Eve yaklaştıkça başka korkularım da yeniden depreşiyordu. Zaten oldum olası içimde görünmez kuvvetli bir el gırtlağımı sıkar dururdu.
Hırs ve merak karışımı bir hisle telefonu masanın üstüne koydum. Durmadan konuşmaya devam ediyordu. Ses tonumdan ağladığımın, çok üzüldüğümün anlaşılmasını istemiyordum. Hıçkırıklarımın duyulmasını ise asla... O anlattıkça, kalbim sökülecekmiş gibi sessizce ağladım. Ben ağladıkça o beni hayatından çıkardı. Sanki evcil bir hayvan gibiydim ya da çocuk esirgemeye bırakılan terk edilmiş bir bebek...
Her gittiğim yerde parmakla gösterilen güzel kız, şimdi çok çaresizdi ve hiçbir şey yapamıyordu. Sahipsizliğime, aldatıldığıma, kandırıldığıma yanıyordum. Sadece kendi kendime; “Sen bunu hak ettin Jale! Ne kadar ağlasan da az...” dedim, gözyaşı döktüm! Annem odama girmeden ağlama faslı bitmeliydi. Ciğerlerim sökülecekmiş gibi ağladım durdum…
***
Güzelsin dedikçe çekiyor naza,
Sanki kıştan çıkmış gidiyor yaza.
Evini boyamış gümüş beyaza,
Oyun eğlenceden şimdi niyaza.
Deri çanta elinde çizme dizinde,
Muhabbetim kaldı elâ gözünde,
Bir asalet vardı onun özünde,
Gözü yoktu eğrisinde düzünde.
İpek gömlek giymiş bedeni nazik,
Kollarını sıkmış altın bilezik.
Acısı kalbinde hayattan bezik,
Pek küsmüş gidiyor, hem de çok ezik.
***
JALE AKLINI KAYBETMİŞ GİBİYDİ!..
Hastane dönüşü eve yaklaştıkça başka korkularım da yeniden depreşiyordu. Zaten oldum olası içimde görünmez kuvvetli bir el gırtlağımı sıkar dururdu. Ne yapsam etsem kurtulamaz o melanet denilen şeylere daha çok sarılırdım. Aslında içimizdeki o sessiz çığlığı duyabilseydik, biraz insafa gelir, tez zamanda nefis muhasebemizi yapar, bu kadar hataya düşmez, bu kadar çok çamlar devirmezdik. Öyle bir düzen içindeydik ki mutlaka birileri alıp bizi peşleri sıra istedikleri yerlere rahat sürükleyebiliyordu. Elinde ekmeği olan birinin peşi sıra kuyruk sallayıp ağzından salyalar akıtarak koşan köpekler gibiydik. Bu benzetmeye razı olmayacakların olabileceğini tahmin etsem de gençliğin peşine takıldığı tuzakları başka türlü ifade edecek bir ifade bulamadığımdan öyle yazdım. Kusuruma da bakmayın lütfen.
En iyisi bir “kıssadan hisse” ile hissiyatımı anlatayım.
Olacak bu ya, kurnaz da olsalar bir gün tilkinin birinin kuyruğu kayaya sıkışmış, ne yapmış etmişse kurtaramamış. Bakmış olmayacak, bütün kuvvetiyle yüklenmiş kuyruğunu koparmış. Kuyruksuz tilki acısını bağrına basmış, kendi kendine; hemcinsleri gördüğünde daha bir emin görünmeye, komplekse kapılmamaya karar vermiş.
Öylesine kırda bayırda dolaşırken genç bir tilkiyle karşılaşmış bizim kuyruksuz. Bu acayip hâlini ilk gören tilki de pek şaşırmış ve “O güzelim kuyruğunu ne yaptın?” diye sormuş.
- Hayırdır Ahbap! Bu ne hâl? Doğru söyle ne yaptın da arka dümenini kaybettin?
DEVAMI YARIN