“At bir kere tökezlemekle vurulmaz!” derdi annem!

A -
A +
Şarkılar seni söyler,
Dillerde nağme adın.
Aşk gibi, sevda gibi,
Huysuz ve tatlı kadın!
 
En güzel günlerini,
Demek bensiz yaşadın!
Aşk gibi, sevda gibi,
Huysuz ve tatlı kadın!
 

Okuduğu şarkı ve sözlerini beni sevdiğinin ve hem de delice sevdiğinin bir işareti kabul etmeye başladım bu sefer de. “At bir kere tökezlenmeyle vurulmaz!” derdi anneciğim. O da kendi annesinden duyduğunu söylerdi bu ecdat sözünü. Kendimle olan muharebemde Tanju’dan yana tavır alıp bunda da muvaffak olmuş, kalbimin isyanını bastırmış, iyice ayaklarımın altına almıştım.

 

Çimenlerin içinde bu kısacık sabah seyahati, bir ömre bedel olmuştu. İki zıt dünya arasında defalarca; salıncakta sallanır gibi gidip gelmiştim. Şimdiye kadar anneciğimin sözlerinin ne manaya geldiğini bu kadar derinlemesine düşünmemiştim. Daha doğrusu her şey açık olmasına rağmen düşünmek, anlamaya çalışıp hesaba katmak işime gelmemişti. Bir tarafta en sevdiğim, beri tarafta ailemin şüphelerinin haklı çıkabilme ihtimali aklımı başımdan alıyordu. “İçim fokur fokur kaynıyor” derken neyi, niçin kastettiğimi tam bilemiyor olsam da siz az çok tahmin etmişsinizdir zaten.

 

“Bir tarafta sevdiğim, beri tarafta anneciğim ve ailem. İkiye bölünemezdim ki” dedim, nefsimi teskin etmeye çalıştım bir nebze de olsa…

 

- Tanju! Sana sesleniyorum!

 

- Geldim geldim! Hiç yalnız bırakır mıyım hayatım?

 

- !!!

 

- Şarkılar senin için bak!..

 

Tanju, yine beni ters köşe yapmıştı. Yeni karı koca, eski iki sevgili yan yana gelip güneşe, denize, Boğaz’a baktık, saçlarımızı hafiften hafiften okşayan serin rüzgâra bıraktık.

 

Ne kadar gülüp söyledim, eskisi gibi şaklabanlık yapıp keyiflenseydim de, kalbimin derinliklerinden sızan ince bir sızıya sözüm geçmiyordu. Gülücüklerin altında tarifsiz bir acı hissediyordum derinden derine. Bu yüzden de bütün hareketlerim yapmacık geliyordu. Belki de kendimi kandırıyordum da farkında değildim. Bu sahil gezisinden, eğlenmekten ziyade tiksinmiştim. Bütün bu güzelliklerde; içimdeki murdar, az çok acı veren, daha ismi konmamış, bilinmeyen, işitilmemiş bir sıkıntıyla boğulur gibi oluyordum. Koca metropolün meçhul köşesinde kaybolmuş şeylerin mevcudiyetini tahmin ederek “Aile hayatımı kurtarayım” derken, ne büyük hayatların söndüğünün farkında değildim! İstikbalim flu, nice sırlarla doluydu da kendimden bihaberdim! Kirli dünyalardan pis kokular geliyordu da onu alacak ne burun vardı ne de akıl, izan! Korkunç bir facia beni bekliyor olabilirdi!

 

Babam az konuşur, öz konuşurdu lakin ona da cevap vermeden edemezdim. Yeni gençlik kendimizi uyanık görüyorduk ne hikmetse. Bir soğuk bahar günü babamla aramızda şöyle diyalog geçmişti:

 

- Kızım öyle çıkılır mı, soğuktan donarsın?

 

- Ama babacığım, görüyorsun güneş var…

 

- Büyüklerimiz derdi ki “Havaya göre değil mevsime göre giyinin…” Güneşe aldanma, montunu al! DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.