Beklediğim suâl gelince kendimi zor tuttum. Duymak istemediğim iltifatları maalesef duymuştum. Elbette vardı bir hikmeti.
Dünyanızın sakin bir zamanında gelir karşınıza dikilir, hangi durumda olursan ol sana müdahale eder ve her türlü mücadeleye sebep olmaktan çekinmez. Kuvvetli bir iradesi vardır belirli bir sınıra kadar ve ötesine geçebileceği...
Tabiatı icabı her şeyin kötü tarafını düşünmeye meyyaldir, yani biraz kötümserdir, yakın istikbâlden yani hayattan, gelecekten iyi bir şey beklemez. Dünyalıklarda gözü yoktur, dış ikazlara, ahirete faydası yoksa hiç cevap vermez, ya da zayıf tepki verir. Umumiyetle iyi bir muallim, çok kâbiliyetli eğitimci ve öğreticidir. Malayani ile uğraşmaz, hayatında boşluk yoktur...
Çocuklarla olan münasebetleri tam bir örnektir. Onlarla olan hoş irtibatı, işlerini bariz bir şekilde kolaylaştırır. Başkalarının, söz ve davranışını kabul etmesini ve ona rehberlik etmesini istemez lakin rıza-i ilâhiden ayrılmaya hiç tahammülü yoktur. Bilhassa insaniyet sahasında yüksek eğitim, tarih ve coğrafya ile alâkası şahsiyetiyle bütünleşmiştir. Neşeli ve sosyal olduğu zaman bile diğerleri arasında bir miktar mesafeli kalır, Behlül Dânâ, nadiren bulunabilecek biridir, kendi çocuğu olmasa da bütün masumları coşkuyla ve kalpten sever, onlar için her fedakârlığa hazırdır...
Sohbet arasında nasıl olduysa kapı tarafına bakabildi. Beni karşısında süklüm püklüm görünce de:
- Oo… Bizim Behlül! Aleyhinde konuşuyorduk! Galiba suçüstü yakalandık!
- Efendim selâm verdim, aksırdım, öksürdüm sesimi duyuramadım.
- Hiç duymadık. Her şey Rabbimizden!
- Âmennâ ve saddaknâ.
- Doğruluğunu îmân edip tasdik ediyoruz…
- Böyle nereden geliyorsun?
- !!!
Beklediğim suâl gelince kendimi zor tuttum. Duymak istemediğim iltifatları maalesef duymuştum. Elbette vardı bir hikmeti. O kadar övgüyle nefsim çılgına dönmüş âdetâ zirve yapmıştı. Hem nefsime ders vermek hem de daha fazla ileri gitmemesi için Sultan'ımıza ters cevap vermem lazım geldiğine adım gibi inanıyordum. Sanki içimde biriken devasa bir çığlık vardı da ondan kendimi kurtaramıyordum. Ateş kusan sislerin arasında eziliyor, içten içe yanıp kavruluyordum. Sözleri, cümleleri olmayan, kimseciklerin hayatlarında duyamayacağı bir feryatnâme okuyordu nemli gözlerim. Sultan’ımın sessiz dudak hareketleri kulaklarımı çınlatıyordu. Öyle çınlatıyordu ki olmayan sesi içimde yankılanıyor taşıyor, sarayın kubbesinden dışarı çıkıyordu. Ağırlığını taşıyamıyordu dizlerim. Söyleyeceklerimi kafamda sıralarken Sultan’ımız daha yüksek sesle gürledi:
- Sana diyorum Behlül! Duymadın mı?
- Duydum duymasına da ne diyeceğimi bilmiyorum Sultan’ım! Nereden geldiğimi suâl ediyorsunuz.
- Eee…
- Ne olacak? Cehennemden geliyorum!
- Tövbe tövbe!
Bu beklemediği sözüme “TÖVBE” çekip sonrasında da katıla katıla güldü Halife-i Müslimîn.
DEVAMI YARIN