"Atı hazırlatıyorum hafızlara, Aha’ya gideceğim inşallah!.."

A -
A +

Hayriye Hanım erini öyle tanırdı ki gülse gülücüklerinin içindeki acıyı, ağlasaydı gözyaşları içindeki sevinci hissederdi.

 
Lütfü Hoca: 
- Her şeyimiz imtihana tâbidir. Allahü teâlâ çok mal verir veya fakirlik verir, imtihan eder. Sıhhat veya hastalık verir, imtihan eder. Karşılaştıklarımızın hepsi imtihandır. İmtihan demek, terlemek demektir. İmtihan demek, uyanık olmak demektir. İmtihan demek, “İyi çalış, verilen süre içerisinde, sorulan sorulara doğru cevap ver” demektir. Vakit dolunca kâğıt alınır, “ben şimdi yazacaktım” diyene, “geçti artık” denir.
Ömrümüz bitince, imtihanda yazdıklarımız önümüze konur, “işte kâğıdın, oku...” diyecekler. “Oku bakalım, ne yapmışsın, gör?” O zaman da, “Eyvah! Ben ne yapmışım?” diyeceğiz; ama bir faydası olmayacak. Bunu söyleyeceğiniz vakit varken onu dünyada söyleyelim. Tövbe edip, ibadetlerimizi yapalım.
İçimizde kim bilir Allah’ın ne sevgili kulları var, onların hürmetine duâ edelim, inşallah Cenâb-ı Hak bizi affeder; çünkü Cenâb-ı Hak, halis kullarını gizlemiştir. Bu, gönül meselesidir, kalpten “Allah demek” meselesidir. “Kimin neyi var, kim Allah’a yakın?” biz bilemeyiz. Onun için Müslüman olarak birbirimizi sevmeliyiz, birbirimizin dertlerine koşmalıyız. Kaynaşmalıyız, birbirimizde fâni olmalıyız. İnşallah, Cenâb-ı Hak, iyilerin hürmetine bizi de affeder.
- İnşallah Hocam!
- Salih insanlarla arkadaş olmaya çalışmalı. Hayırlı insan olmaya, hayırlı işlerle meşgul olmaya gayret etmeli; çünkü alın yazımız, icraatımızdır. Ne yapıyorsak, alın yazımız odur.
- !!!
Dışarı çıktığında Lütfü Hoca, herkes çoktan evlerinin yolunu tutmuştu. Köpek havlamaları da olmasaydı tam bir sükûnet hâkim olacaktı. Sanki arkasından kıyamet kopacaktı da kimsenin haberi yok gibiydi. En küçüğünden büyüğüne mahlûkatın bile bozmaya tereddüt ettiği büyük ve tılsımlı sessizlik ürkütücüydü… Yeni yağmış karların içine bir batıp bir çıkarak evlerine yürüyen Lütfü Hoca ve ailesinden bile bu sessizliği bozmaya kimse cesaret edemiyordu…
                        ***
         ELVEDA VERİNTAP…
Yüzü sararıp beti benzi solmasaydı kimse bir şeyler olduğunu anlamayacaktı. Hayriye Hanım kaçın kurasıydı? Erini öyle tanırdı ki gülse gülücüklerinin içindeki acıyı, ağlasaydı gözyaşları içindeki sevinci hissederdi. Kendinden çok Lütfü Hocayı tanıyordu.
- Neyin var Bey?
- !!!
- Sana diyorum!
- Bir şey yok!
- Var var! Gözümden kaçmaz! Hadi söyle de rahatla...
- Allah Allah! Yok diyorum ya…
- Hadi hadi!
- Ama ısrar ediyorsan söyleyeyim; Ben atı hazırlatıyorum hafızlara. Aha’ya gideceğim inşallah!
- Gece mi? Acelen ne?
- Öyle icap ediyor!
- Hüsna Anaya mı bir şey oldu?
- Yok! Kimsede bir şey yok! Haberin olsun artık burada kalamam Hayriye’m! Onun için Aha’ya gidiyorum. Siz de hemen eşyaları toplamaya başlayın. Rahat taşınacak şekilde sarın sarmalayın. Arabalar gelir gelmez yükünüzü yükleyin doğru Koçkans… Daştanların Hafızın gelinini getirmeye gitmiştik. Hani sen o köyü çok sevmiştin ya! Duân kabul oldu, nasip orasıymış! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.