Ona göre şimdi gitmelerin, bitmelerin yani bir nevi yaprak dökümü ve hazan mevsimiydi… Yarı, eri ile dolu olan kalbini alıp gidiyordu sadece ona ait âleme. Yalnızlığını da yoldaş ediyordu kendine… Nereye mi? Rahmetin hiç durmadan yağdığı içindeki derinliklere. Belki, belki oralarda, bu sevdanın şahitlerine anlatırlardı, üzülmesin, geri dönüp bakmasın diye ona anlatamadıklarını…
Elimden uçup giden çabam gibisin.
Aklımı benden alan sevdam gibisin.
Cana can, hayat veren gıdam gibisin.
Dokundukça kanayan yaram gibisin.
Uykumu gözden silen adam gibisin…
Nene Gelin, ayakta kalmanın mücadelesini yapıyor, kalbinde yiğit Mehmed'i, kucağında ondan hatıra Nazım’ı… Aman vermez dertleri, derin hissiyatı, zihnindeki soruları, ipe sapa gelmez nefsiyle olan muharebeyi yarı bırakarak yeni evine ve içindekilere dönüyordu. Hocasının sık sık söylediği cümle diline pelesenk olmuştu: “Yolu doğru olanın yükü ağır olsa da, onun yardımcısı Allahü teâlâdır...”
Nene Gelin’in mesuliyeti iki, üç kat daha artmıştı. Evin hem hanımı, hem anası, hem de erkeği durumundaydı şimdi. İhtiyarlardan ve çocuklardan bir şey beklemeye hakkı yoktu. Onları rahat ettirip duâlarına alabilirse ne âlâydı.
Erzurum’da kalmayıp Erzincan’a doğru giden aileler de çoktu. Onları kınamıyordu. Herkesin bir hesabı vardı. Nene ve ailesinin ise bir yere gitmeye takatleri yoktu. İmkânları ölçüsünde bütün tedbirlerini alarak tabyaları gören bir yerdeki mütevâzı evlerinde kalacaklardı...
***
HÜZÜNLÜ SON GÜZ…
Osmanlı takvimine göre 1293, miladi takvime göreyse 1877 senesinin sonbaharı pek hüzünlü başlamış, acılarla dolu olarak da devam ediyordu. Fakir fukara, yaz boyunca çalışıp biriktirdiklerini bırakıp yollara düşmüş, yuvalar tarumar olmuştu. Yuvalar dağılmıştı da kalpler yerinde miydi? Nerede? Herkes bir dert küpü, “dokunsan ağlayacak” derlerdi ya o hassasiyetteydi. Nerede, nasıl neticeleneceğini ise bilen yoktu.
Osmanlı Devleti’ni yıkmak için gelmekte olan küstah Rus birliklerine karşı halk da Nene de çaresizdi. Zor tabiat şartlarına bir de harp, ölüm kalım korkusu ilave olmuş, dertler büyüdükçe büyümüştü. “Çıkmadık candan ümit kesilmez” kabilinden, öylesine hayata tutunmaya, dar imkânlarıyla ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyorlardı bütün kuvvetleriyle.
O büyük altüst oluşun içindekilerden sadece biriydi Nene. Bir zamanların elleri kınalı, selvi boylu güzel kızı, şimdinin müşfik gelini, bir o kadar da boynu bükük anası olmuştu. Aziziye Tabyalarına doğru bakarken aklına; vatan için kıtaya giden Mehmet’i, yeni unvânıyla Mehmetçiği geldi. Acaba oralarda bir yerde miydi, yoksa başka şehirde, başka cephede veya talimde mi? Böyle düşünürken, buraların yorgun muharibi, kahraman gazisi olacağı hiç aklına gelir miydi?
Rusların, Ermenileri kışkırtmak için; Erzurum ve civarında; yer altında ve yer üstünde yapmadıkları faaliyet kalmamıştı. DEVAMI YARIN