"Kapıyı hafif araladığımda ne göreyim? Daima bulunduğu yerde değil de halının üzerinde oturuyordu babam!"
Hacı Babacığım bizlerle şakalaşıyor, bizim kitap okurken gözlük kullanmamıza, sık sık hasta olup hastaneye gitmemize gülüyordu. “Ne olacak zamane uşağı…” diyor, çeşitli fıkralar bile anlatarak dalgasını geçiyordu. Biz edebimizden boyun büküp tebessüm etmekle yetinirken teyzemin oğlu Selçuk fena şakalar yapar, ikisi bir arada olunca, ev gırgır ve şamatadan geçilmezdi.
Kendimden emin güle oynaya kapısını tıklattım, Kur’ân-ı kerîm okuduğunu bildiğim için de “gel” demesini beklemeden içeri girecektim. Maksadım; bir iki muzip hareket yaparak güldürüp çıkmaktı.
Kapıyı hafif araladığımda ne göreyim? Daima bulunduğu yerde değil de halının üzerinde oturuyordu. Kur’ân-ı kerîm de bir köşedeydi. Kendi kendime dedim ki; “Herhâlde okurken uyukladı, kitap elinden düştü, almaya indi…”
- Babacığım hayırdır ne işin var halının üzerinde?
- Sorma Sedat! Benim herhalde bacağım kırıldı!
- Ne yaptın ki baba? Yanlışın olmasın! Hele dur bakayım. Ayağın kırılsa idi, hiç böyle rahat olmaman lazımdı!
Şöyle bacaklarını aşağıdan yukarı doğru hafifçe bir sıvazladım. Daha kırık yeni olduğu için sıcaklığından tepki vermiyordu herhâlde. Normal görünüyordu.
- Bak babacığım ayaklarında bir şey yok! Normal gibi. Bacağını sıvazladığımda hiç tepki vermedin!
- Ama oğlum “küt” diye bir ses işittim!
- Belki başka bir şeydir. Gel yerine oturtayım…
Deyip kucakladığım anda “Aman Allah’ım!” dedi, kollarımda kendinden geçti. Her ne kadar “Baba! Babacığım!” dediysem de hiç tepki vermiyordu.
Bu telaşımıza ablam da mutfaktan çıkıp yanımıza geldi. Birlikte yatağına uzattık. Nefes alıp veriyordu ama kendinde değildi, baygındı. Ambulans çağırdık, geldi. Kontrol ettiler, “Acil götürmemiz lazım…” deyip sedyeye koyarak en yakın yoğun bakımı müsait olan bir hastaneye götürdüler. Ben de kardeşlerimi aradım. Durumdan haberdar ettim.
Bu arada Beylikdüzü Devlet Hastanesinden yer bulundu oraya naklini yaptırdık. Hastanede toplandığımızda şuuru yerindeydi, bizlere bakıp tanıyordu. Doktorlar lazım geleni yaptı, kalça kırıklığı teşhisi ile tedaviye aldılar. Sonrası malum... On beş gün içinde bir kuş gibi kanatlanıp uçuverdi elimizden.
Erzurum Narman Beyler köyü doğumlu, emekli imam, muhterem insan Elhac Hafız LÜTFÜ KARADAYI, 23 Eylül 2020 Çarşamba günü kalça kırıklığı sebebiyle kaldırıldığı hastanede dünyasını değiştirdi.
Dört yaşında eline aldığı Kur’ân-ı kerimle dolu dolu tam 107 senelik ömrü, yine Kur’ân-ı kerîm elinde tamamlıyordu…
Ne kadar yaşarsan yaşa, vade dolunca bir anda, küçük bahanelerle uçup gidiyor insan. Hayat dediğin de neymiş ki?
Ölüm; var oluşun sırrı, ahiretin kapısı, en büyük hakikatti ona göre. Kilim desenine ilmek ilmek dokunuş gibi şarktan garba, cenuptan şimale hep bilinen, beklenen şeydi.
DEVAMI YARIN