Babamın ellerinden öptüm anneciğime sarıldım...

A -
A +
Bombalar patlamış ya da şiddetli zelzele olmuş da ben de enkazın altında kalmış, ölmek üzere olan birinden daha beterdim.
 
Baba oğul kucaklaşması, kabaran hisleri harekete geçirmiş herkesi ağlatmıştı. Sadece muhabbetten yaş dolu gözler konuşuyordu. “Mustafa Enes'im babasına gitti ben niçin gitmeyeyim?” dedim, aynı hızla babamın yanına koştum, ellerinden öptüm, anneciğimle birbirimize sarıldık. Bu hareketlenme, üzerimdeki yoğun baskıyı da hafifletmiş, çaresizliğime çare olmuştu.
Bombalar patlamış ya da şiddetli zelzele olmuş da ben de enkazın altında kalmış, ölmek üzere olan birinden daha beterdim. İçinde bulunduğum hâlin hepten kaosa dönüşmesinden korkuyordum. Birilerinin meyus olmasından (tabii ki Tanju'yu kastederek öyle diyordum) da korkunç bir haz alıyordum bugün. Bu hissiyatım anlaşılır da karşımda masum pozlarında duranlar kötü bir şey yapar mıydı? Tırsıp gocunur muydular yoksa?
Muhtelif memleketler, siyasi fikirler ve hatta futbol takımları kurup ortaya çıkaran, bir ömür boyu misafirliği istilaya çeviren insanoğlundan daha fazla acı çekmeyi hak eden bir canlı daha olmayacaktı benim gözümde. Bu yüzden zalim veya suçlu olup af dilenmektense, mazlum olup boyun bükmeyi tercih etmek, esasen pek de fena bir fikir sayılmazdı.
               ***
Mutfak denilen yer, âdeta kocaman salon gibiydi. Etraftaki tabii ve içerideki suni güzelliği görecek hâl kalmamıştı. Bahçeye açılan pencerelerden göz kapaklarımı yırtarcasına içeriye süzülen güneş huzmeleri, endişeli yüzümü daha gergin hâle getiriyordu. Tek istediğim şey biraz daha sükûnetti. Arkamı dönüp bu ızdıraplı anı hepten bitirmek istediğimde bu kez de korku dolu düşüncelerimin içinde buluyordum kendimi. Çamura saplanmış kamyon gibi patinaj yapıyor, tarifsiz bir çıkmazın içinde debelenip duruyordum. Ya kapıyı çarpıp çıkmalıydım ya da bunca çektiklerimin hesabını sormalıydım!
İkindi vakti sıralarıydı. Arabaların korna ve motor sesine karışan ezan sesleri, o kadar dikenin, çerin çöpün içinde bitivermiş nadide bir gülden kopan enfes kokular gibi gelse de yakın villalardan taşan tek tük köpek havlamaları ile işkence altındaki gözlerime şimdi kulaklarım da iştirak ediyordu. O eski tozpembe hayallerime, kuşlar gibi kanat çırptığım rüyalarıma dönmek istiyordum ama nafile... Diğer bir ifadeyle; hakikatin tam merkezinde, iç ve dış âlemin amansız mücadelesi altında ezim ezim eziliyordum. Hayatımın zor günlerindeki keşmekeşe tekrar başlamamak için hem kendime hem dışarıdan sızan ışık huzmelerine bütün kuş cıvıltılarına, uzaktan gelen insan bağırış çağırışlarına içimden sessiz çığlıklar ile “Yeter artık susun!” diye haykırmak istiyordum.
Aklımı kaçırmadan bu kareden bir an evvel muvaffakıyetle çıkmalıydım ama nasıl? Belki biraz açık alanda yürümek, günün sıcak havasını iliklerime kadar hissetmek ya da hepten çekip gitmek… Olduğum yerden geri dönüp arkamda olabilecekleri hesaba katmadan gitmek… Ne demişti şair:
Yıkıldı yolunu bekleyen şehir.
Artık gelsen de gelmesen de olur...
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.