Bana boşuna "Deli-divane" lakaplarını takmamışlardı!..

A -
A +

Geç saatlerde döşeğin bir kenarında tefekkür etmeye başladım. Aklıma neler gelmiyordu ki. Bağdat’a gittiğim ilk günleri düşündüm.

 

 

     SAHTE KADI!..

O dehşeti yaşadığım Basra'da Vali Bey; “Birkaç gün mecburi misafirimsin. Ne yaparsan yap bırakmam!” dedi, önce hamama gönderdi, sonra da istirahat edebilmem için bir oda gösterdi. Uzun zamandır böyle rahat bir yerde hiç kalmamıştım. Yorgun bitap düşmüş olmama rağmen gözüme uyku girmiyordu. Kalktım abdest aldım, namaz kıldım, duâ ettim bütün cümle Ümmet-i Muhammed’e.

 

Gecenin geç saatlerinde döşeğin bir kenarında tefekkür etmeye başladım. Aklıma neler gelmiyordu ki. Bağdat’a gittiğim ilk günleri düşündüm. Hem güldüm, hem ağladım. Bu iki zıt şey malumunuz DELİLERE mahsus hâllerdendir. Bu dedikleri bana da yakışıyordu zaten. Boşuna da "Deli-divane" lakaplarını takmamışlardı.

 

Haramlardan uzak durmak, çok tefekkür edip Rabbimi zikretmek, ebedî saadetimi kazanmak için tanımadığım bilmediğim bir beldeye gelmiştim çocuk denecek yaşlarımda. Dicle kıyısında terk edilmiş bir kulübe buldum, sildim süpürdüm, iyice temizledim. Kuru otlardan kendime bir yatak yaptım. Duvarların yıkılan kısımlarını tamir ettim. Tavanını güneş ve su geçirmeyecek şekilde sağlamlaştırdım. Basit, sade ama sımsıcak bir yuva oldu bana. Burada hayal ettiklerimi hakikate çevirmek niyetindeyim. “Görelim Mevlâ neyler?” diyerek, mukadderatımdakileri tek tek yaşamaya başladım.

 

O ilk günü hiç ama hiç unutmadım. Beni Bağdat’a bağlayan da o tanımadığım hâlde elimden tutan, kalbi muhabbet dolu insanlar oldu. Bütün detaylarıyla beynime kazınmış o gün ve o güzel insanlar.

 

Güneş henüz doğmamıştı. Serin bir yel etrafı huzurla dolduruyordu. İlk defa gördüğüm biri, kulübeye taşındığım gün, tandırdan henüz çıkmış sımsıcak bir deste ekmek, bir kap peynir alıp gelmişti. “Komşu sen hoş gelmişsin. Buranın âdetlerindendir; yeni gelenlerin ihtiyacı olup olmadığına bakılmadan ikram edilir. Bunları sana getirdim. Afiyet, şifa olsun…” dedi, gülücüklerle süsleyerek elime vermişti taze mis gibi kokan ekmekleri. Çok yorulmuş, bir o kadar da acıkmıştım. Oturdum, afiyetle yedim. Ertesi günü yine ikramlarıyla şereflenmiştim. Karşılık veremediğim için mahcup oluyordum. Dicle kıyısında dolaşırken henüz olmuş yaban erik ağaçları gördüm, onlardan bir dağarcık dolduracak kadar topladım. Bana ikramda bulunanın evini az çok tahmin ediyordum. Götürdüm kapısını tıklattım. Beklemediği bir vakitte beni ve elimdekileri görünce “Gel evladım, niçin zahmet etmişsin...” En yakınıymışım gibi kolumdan tuttu, ocağın başına kadar götürdü. Bir kütük koydu. “Şöyle rahat otur…” dedi, ben de emre uyup oturdum. Akrabamdan daha bir akraba gibi davranıyordu, müşfik ve samimiydi. Çatırdayan ocaktan tatlı bir sıcaklık yayılıyordu. Karşılaştığım nimetlerden dolayı huzur ve saadetle doluyordum, hatta taşmıştım bile. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Aceleyle süt kaynatıp getirdi. Önümde, dizlerinin üzerine çöküp iki eliyle yeniden ellerimi avuçlarına aldı. Pamuk gibi yumuşak, hakiki bir dost gibi sımsıcak.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.