"Bari gideyim özür dileyeyim muhterem adamdan...”

A -
A +
Veli Efendi, oturduğu yerde gâyet sâkin: “Bak Hoca Efendi! Yaptığına pişmân olacaksın, bir daha bu kapıya gelemezsin!”
 
 
Veli Efendi, Hoca’yı karşısında görünce “Ooo Hoca Efendi! Ne bu hâlin çok zayıflamışsın yahu” demesin mi? Hoca hâlâ bir atıyye alırım ümîdiyle “Evet efendim, ramazan biraz tesîr etti, n’apalım olur o kadar” diye geçiştirmiş. Veli Efendi “Senden çok memnûnum, seneye yine beklerim” demiş ama ne bir hediye ne de para vermiş. Hoca buna bir manâ veremeyerek “herhâlde dalgınlığına geldi” diye düşünmüş ve tekrar tebrik sırasına girmiş...
Sıra ona gelince, ilk defa tebrîk eder gibi bayram tebrîkini yapmış. Veli Efendi de yine “Maşallah maşallah, Allah mübârek etsin” diyerek aynı şekilde güzel sözlerle mukâbele etmiş ama yine hiçbir şey vermemiş. Hoca iyice hayrete düşmüş ve üçüncü defa sıraya girmiş. Bu defa Veli Efendi “Hoca Efendi! Bu kaçıncı bayramlaşma!” diye çıkışınca? Hoca “Efendim, beni buraya getirdiniz, bir ay boyunca terâvih kıldırdım, kursağımdan doğru dürüst yemek geçmedi, bir pirinç tânesi bile nasîb olmadı, iftarda da sahurda da kuru ekmekle zeytine talim ettim, ne hoşaf ne şerbet! Üstelik köşkün en rutubetli odasında kaldım, verem oldum neredeyse! Şu hâlime bakın yahu” diye serzenişte bulununca Veli Efendi;
“Bak Hoca Efendi! Buraya gelirken ben seninle açık açık konuşmuştum. Paşa gönlüm isterse yüz altın da veririm, iki yüz de… Paşa gönlüm istemezse hiçbir şey vermem, dedim! Sen de bunu kabûl ederek geldin. Paşa gönlüm istemiyor. Senden memnûn oldum, bu şartımı kabûl edersen, seneye yine gel” deyince Hoca’nın tepesi hepten atmış ve açmış ağzını yummuş gözünü. “Seneye geleceğim ha! Nah sana! Sen benim yüzümü görebilir misin bir daha? Nah sana! Seni merhametsiz, zalim! Senin vezâretin başına, köşkün tepene yıkılsın! Allah müstahakını versin!” diyerek hakâretleri bir bir saydırmaya başlamış...
Veli Efendi, oturduğu yerde gâyet sâkin “Bak Hoca Efendi! Yaptığına pişmân olacaksın, bir daha bu kapıya gelemezsin” deyince Hoca daha da sinirlenerek “Ne pişman olacağım be, seni şehir eşkıyası seni!” diye iyice içini boşaltmış...
Hoca hüsrân içinde köşkten çıkmış, cebinde beş kuruşu olmadığı için sadaka ile İstanbul tarafına geçmiş ve yürüyerek Koca Mustafa Paşa’da oturduğu mahalleye doğru yönelmiş. Sokağına geldiğinde bir de bakmış, evi yok! “Herhâlde yorgunluktan, kızgınlıktan sokağı karıştırdım” diye düşünmüş ve mahallede dolaşmaya başlamış. Tanıdıklarının evlerine bakarak tekrâr hesâb etmiş ama kendi evinin olduğu yerde başka bir ev var. Bir daha, bir daha derken, yukarıdan bir hanım, “Hocaefendi! Bir aşağı bir yukarı ne dolaşıyorsun! Eve gelsene” diye seslenmiş, bakmış kendi hanımı... Hoca hayretle “Ayol, sen ne arıyorsun bu evde, hani bizim evimiz?” deyince karısı “Sen bir beyin köşkünde terâvih kıldırmışsın, o bey bizim evi yeniledi, yaptırdı, içindeki eşyâyı baştan aşağı değiştirdi, bir senelik erzak verdi, beş yüz altın da para bıraktı” demesin mi? Hoca Efendi “Ne ne ne? Eyvah ben ne halt ettim! Tevekkeli değil adam bana söyledi, “çok pişman olursun” dedi. Bari gideyim özür dileyeyim muhterem adamdan” demiş ve doğru Çamlıca’nın yolunu tutmuş… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.