"Başını uzatıp pencereden bir baksaydın hakikati görürdün!"

A -
A +

Huzur ve saadet dileyerek ayrıldığında Lütfü Hoca, oldukça keyifliydi. Köylülerle unutulmaz günler yaşıyordu.

 
 
Lütfü Hoca:
- Bazen öyle olurdu ki rüzgâr, “Hu Allah...” der gibi eser, sokakların zikir sesine dönüşürdü. Ezan okunduktan sonra başını uzatıp pencereden bir baksaydın hakikati görürdün. Şimdi üzerimizde bir zulmet var. Tarif edemediğimiz bir zulmet... Nereden anlıyoruz bunu? Hareketlerimizden ve sohbetlerimizden. Çünkü namaz kılmak “keyfîlik” meselesi hâline geldi.
Namaza mâni bir rahatsızlığı olmayanlar; sırf keyfi istemediği için, namaza ağır davrananlar çoğaldı. Ne diyeyim; içim yanıyor lakin baş edemiyoruz. Biz hocaların oturacak, gönül rahatlığıyla ayaklarını uzatacak, yatacak zamanları yok, zaten olmamalıdır da…
- Hocam, bunları söyleyenler bile kalmadı. “Ben şöyleyim, ben böyleyim…” diye nutuk çekmeye başlayan hocalardan geçilmiyor. Biz seni keyif için mi sevdik? O kadarını biliyoruz.
- Estağfirullah…
- Yenge hanımefendiler de hazırmış. Çıksınlar mı diye soruyorlar?
- Kapı önünde onları bekliyorum. Haydi geceniz hayr olsun. Çok zahmet çektiniz, hakkınızı helâl ediniz. Rabbim hayr ve hasenatınızı kabul ve makbul eylesin. Allaha ısmarladık.
- Hakkım varsa helâl ettim Hocam. Yedikleriniz, içtikleriniz şifa olur inşallah. Yarın akşam kimdesiniz?
- Sırada Etem Baba, Aşağı Yakup Ağa, Molla Ahmet, Ali Pehlivan, Ağanın Hafız, Hakkı Ağa, Eyüp Usta var. Gündüz birine karar veririz inşallah.
- !!!
Huzur ve saadet dileyerek ayrıldığında Lütfü Hoca, oldukça keyifliydi. Köylülerle unutulmaz günler yaşıyordu. “İnşallah nazar değmez…” diye söylenmesini yanında yürüyen hanımefendisi duydu ama bir şey demedi. Belli ki kafasında onlarca suali vardı ve hepsi de cevap bekliyordu.
Lütfü Hocaya göre memlekette umumi gidişat, hiç de iyiye doğru değildi.
Dilinde anacığının sık sık okuduğu Yunus Emre’mizden bir ilahi, taze karın üzerinde katur kutur sesler çıkararak, oturdukları Zülkif Dayıların eve doğru yürürlerken, “Bugün de boşa gitmedi... Elhamdülillah!” deyip huzurla doluyordu. Dışarıda hafif bir ayaz, içinde yoğun his dolu olan acaba yeryüzünde kaç kişi vardı?
 
Ağlamaktır benim işim,
Ağla gözüm şimden geru.
Irmak ola kanlı yaşım,
Çağla gözüm şimden geru.
 
Hüda bizi attı od’a,
Yanmak oldu bize gıda,
Ömrün oldukça dünyada,
Gülme gözüm şimden geru.
 
YUNUS EMRE’M nedir hâlin,
Her ne dersen O’na malum,
Bu deryaya düştü yolum,
Dönme gözüm şimden geru.
 
Kapının önüne geldiklerinde, gözlerini kar dolu yerden kaldırıp uzaklara baktı Lütfü Hoca. Sanki ulaşamayacağı yerlerde bir şeyler arıyordu hasretle.
Tekrardan kırık dökük “Yunus Emre’m nedir hâlin…” dedi, rüzgâr esti, o sustu, mevzuyu değiştirdi:
- Kafam ceviz kadar ama içinde sandıklara sığmayacak hatıralarım var.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.