Hafız Lütfü, gerisini şöyle anlattı:
-Gelen terzi kadın gömleği bırakmadığı gibi şuh bakışlarla da yüzüme karşı gülümsüyor. Ben ise utancımdan ve korkumdan ter içinde kaldım. Birisi başını uzatıp bu saatte bir odada bir hanımefendiyle böyle görseler ne diyeceğimi bilemiyordum. Baktım bırakmayacak ani bir hareketle gömleği çekip elinden aldım.
- Bacım başka vakit mi yoktu da bu saatte geldiniz? Sonra buraya kadar niçin zahmet ettiniz? Diyerek, yavaş yavaş dışarı çıkardım. Hemen kapıyı kapatıp sürgüyü sürdüm, kilitledim. Ondan sonra sıcaktan yansam, havasızlıktan boğulsam da kapıyı, pencereyi açmadım…
Sonra öğrendim ki hanımefendi hatim takip ederken âşık olmuş. Bekâr olduğumu düşünerek bu fikrini açmaya gelmiş. Ben de alelacele dışarı çıkarıp kapıyı üzerine örtünce; böyle bildiği erkeklerden olmadığımı anlamış. Anlamış ama daha bir muhabbeti artmış. Bir gün süslü bir mektup geldi. Neler yazmıyordu ki. Ben de aynı mektubun arka yüzüne büyük harflerle ‘BEN EVLİYİM ve DÖRT MASUM ÇOCUK YOLLARIMI BEKLİYOR...” dedim, bekçiyle gönderdim. Bu işten Rabbimin inayetiyle öyle halas oldum…”
Hafız Lütfü, bu yaşadığı hadiseyi hiç gizlemedi, hanımına evlatlarına anlattığı gibi, talebelerine ve yeri geldiğinde diğer insanlara da anlatıyordu. Maksat her insanın kâfir olan bir nefis taşıdığını, nefsini bilmeyenin Allahü teâlâyı bilemeyeceğini anlatıp ibret alsınlar diyeydi.
Fazla takılan olunca bir medrese talebesine sığınan genç bir kızın hikâyesini anlatırdı.
***
VAAZLA VERİLEN CEVAP
Hafız Lütfü, abdestini aldı, giyinip dışarı çıktığında son okuduğu kitaptan aklında kalanları tekrar ediyordu. Pek keyifle başladığı “ramazan imamlığı”, son günlerinde huzurunu kaçırmıştı. Bir tarafta Allahü teâlânın emirlerine uyma gayreti, beri tarafta hasretlik ve üstelik nefsinin ağır imtihanı… “Gel de çık işin içinden…” dedi, yürüdü…
Kızıl nardan bir küreymiş gibi gök kubbede asılı duran güneş; sımsıcak parladığı bu güz gününde, onu ısıtmıyordu. Bekâr hanesinden alacaklarını alıp kendini dışarıya atmıştı ama nafile; içten içe üşüyordu o. Hocasının bahsettiği hedeflere ulaşmak üzereydi ki, hesapta olmayan bir şeyle karşılaşmıştı. Kafasından geçenlerle yürürken yolunun üstündeki çiçeklere basmamaya çalışıyordu. “Herkesin, her günkü imtihanı bir farklı oluyor” dedi, ilerledi...
Bir miktar piyade yürüyüşünden sonra, nihayet vaaz vereceği yerine gelebilmişti. Gelmesine gelmişti de bugünkü gelişi diğerleri gibi olmamıştı. O kadıncağızın bir köşeden önüne çıkabileceğini düşündükçe eli ayağı birbirine karışıyordu. Neyse ki kimsenin bu işten haberi olmamıştı. Olsaydı bekçi, ne eder eder çıtlatırdı. Şimdilik sokaklar bomboştu ve karşısına çıkan yoktu. Kafası tek bir şeye odaklanmıştı: “Bugünkü mevzuyu iyi anlatmalıyım…”
Yaşamak, bazen kalbinin atmasından ve nefes almaktan ibaret olmuyordu. İşte; tıpkı bu geceki gibi durumlar da söz konusuydu. DEVAMI YARIN