Sarayın içi uzun bir dehlize benziyor, etrafta birtakım acayip şeyler varmış gibi görünüyordu. Bir kenarda hiç durmadan akan su, şırıltısıyla ayrı bir güzellik katıyordu. Toz toprak kalkmasın, serinlik versin diye mi ne taban daima nemli tutuluyordu.
İç avludan tahtın bulunduğu odaya geçmeden bir hizmetli karşıladı. “Efendim, herkes mescidde, namazdan sonra da yemeğe geçilecek...” dedi, beni namaz kılınacak tarafa yönlendirdi. Mabedin kapısını açıp baktığımda gördüklerime pek şaşırdım; bir ayağım içeride, bir ayağım dışarıda öyle kalakaldım. Burası da şamdanlarla gündüzmüş gibi aydınlatılmıştı. Benim karanlık sokağımı, toz toprak kokan odacığımı bir de buradaki debdebeyi mukayese edemeden duramadım. Sevinecek yerde içim daralıyordu. Dünyanın iki zıt ucunda yaşayan Behlül. Bir tarafta “in" misali hanem, beri tarafta mücevherlerle bezeli saray... Nefsim cenderelerden geçiyordu. Belki de benim imtihanım daha ağırdı dışarıdakilere göre. Rabbim mahcup eylemesin. İnşaallah kazananlardan oluruz.
Sarayda harikulade zamanlara has bir hâl vardı. Bayram mı? Hayır; çünkü hiç kimse taze esvaplarını, yeni kıyafetlerini giymemiş. Biri mi evleniyor? O da değil. Yalnız herkes işini gücünü bırakmış, mühim bir şeyi kaçırmamak için camiye gelmişti. Gelmişlerdi de bütün dünyalıklarını da getirmişlerdi. Sonra umumi bir avarelik, bir kendinden geçiş, gözlerde hiç görmediğim yalancı pırıltılar…
Büyük şamdanlardan bol ışık saçılıyordu etrafa. Önce gözlerim kamaştı, neden sonra görmeye başladım oradakileri. Camidekileri gördüğüm gibi insanların içini de görüyordum. "Fe sübhanallah! Rüya âleminde miydim ne?" dedim elimde olmadan. Burada şahit olduklarımdan dolayı çok korkmuştum ama belli etmemeye çalışıyordum. O hislerle Sultan’ıma baktım. O müşfik yüzle göz göze gelince tebessüm etti, gayr-i ihtiyari ben de gülümsedim. Vakit tam girmiş olmalı ki müezzin kamete kalktı. Herkes tam namaza durmuştu, ben de iftitah tekbiri için; avuç içlerim kıbleyi gösterecek şekilde ellerimi kulaklarıma kaldırdım, o esnada gördüklerimden başım döndü, düşecek gibi oldum, kendimi zar zor toparlayıp dışarı çıktım. "Bu saray ahalisine bir ders vermeliyim!” dedim. Çıktığım geniş avluda bir şeyler ararken, kuytu köşede bir zırh gördüm. Sahibini düşünmeden giyindim gelip yeniden safa geçtim.
***
Sırtıma giyindiğim bu muharebe kıyafeti, her hareketimde büyük gürültüyle şangır şungur sesler çıkarıyor, cemaati rahatsız ediyordu. Benim için ise eğilip doğrulmak hiç de kolay olmuyordu. Anlayacağınız güç bela bitirdim namazımı. Eğilip kalktıkça cami duvarlarında yankılanan ses, tabii cemaatle beraber Sultan’ımızı da üzmüş olmalıydı ki kimsenin gıkı çıkmıyordu. Bütün gözler üzerimdeydi. Belli ki kızgın ve öfkeliydiler. Padişah orada olmasaydı belki de beni lime lime edeceklerdi, fena döveceklerdi.
DEVAMI YARIN