Kalbime uğramayan, hissetmediğim hiçbir şey anlatmıyorum size. Bunlar benim hayatım, hakikatim.
Bana geniş ufuklar açan, muhterem HOCAM, istiridyenin bağrında sakladığı o çok paha biçilmez inciler gibi, en kıymetli olanı; güzel ve temiz kalbinin kıvrımlarında saklamış, zamanı geldiğinde benim kalbime akıtıvermişti. Vefatından sonra bir el onları savrulduğu yerlerden birer birer itinayla toplayıp ve yine bizlere istikamet veriyordu. Şimdi bir istiridyenin kabuğunu açarmışçasına bir heyecan ve hayranlıkla açıyoruz kalplerimizi. Belki de hayatımız boyunca kendimizi dönüp dolaşıp yine bu kapağı açarken bulacağız ve içindeki incileri gönlümüzle çekip alacağız yudum yudum.
Biraz büyüttüğümü düşünen olabilir. O da “Deli ne yapsa yeri!” desin geçsin. Kalbime uğramayan, hissetmediğim hiçbir şey anlatmıyorum size. Bunlar benim hayatım, hakikatim. Bu yazılar sadece tertemiz bir kalpten süzülmüş düşünebilirsiniz, o sizin hüsn-ü teveccühünüzdür. Ben ise her şeyin hesabını nasıl vereceğimin derdindeyim. Nefsinin esiri olmuşlar bunları görüp yazabilirler mi? Allahü teâlâyı, onun Resûlünü, aleyhisselâm tam tanıyıp şeksiz şüphesiz seven kalbe sahip bir insanı sevmemek, göklere çıkarmamak mümkün mü?
Doğum yerimde az yaşadım, küçük yaşlarımda tam bir meczup olarak geldim Bağdat’a. Her şeyi Hocamla ve ahiret ile karşılaştıran bu küçük Deli, önce buraları beğenmedi. Belki de üstten baktım her şeye. Nefsimin tasallutundan kurtulamamıştım demek. Ta ki bir sohbette Harun Reşid Sultanımızla tanışana kadar. Beni tesiri altına aldı. Ona her şeyiyle hayranlık duydum. Ve bu tanışma gününden bahsederken “O gün benim önümde altın bir kapı açıldı. Ben o gün özüme döndüm...” diyecektim. Tabii bu denli hayranlık duyduğum kişiyi ve sözlerini dinlememek mümkün mü? Dinledim ve hep de dinleyeceğim sanırım. Ben onu dinledim o da beni… Bakalım kim daha çok kârlı çıkacak gittiğimizde göreceğiz inşaallah.
Namaz vakitleri mühimdi. Hele evvel vaktinde kılmak daha elzemdi. Bütün âlimler bunu söylüyorlardı. Ne ettim ettim Sultan'ımı öyle bir makine yaptırmasına inandırdım. O makine güneş doğumundan batımına ve batımından yeniden doğana kadar geçen zamanı en ince dilimlere bölecek, yaz, güz, kış, bahar; günün uzunluğuna kısalığına göre bütün kerahet vakitlerini, imsakı ve beş namaz vaktini de en iyi şekilde gösterebilecek bir alet olmalıydı. Sağ olsun kırmadı beni. Tanıdığı, tanımadığı bütün fen ve din adamalarını topladı. Fikrini izah edip açıkladı. Hatta emir verdi, yarışmaya soktu. "Kim bu söylediklerimi noksansız yaparsa ona büyük bir de mükâfat vereceğim…” diye de ilân etti. Halifenin duâ ve iltifatlarına mazhar olabilmek için de elinden iş gelen, maharetli, kâbiliyetli genç, yaşlı bütün ustalar bu mühim yarışa katıldı. Çok kısa zamanda ummadığımız muvaffakıyetlerle karşılaştık. “At sahibine göre kişner…” sözü bir daha tecelli etmişti.
Halifemiz, işi gevşek tutmadı, aceleye de getirmedi. Mühlet verdi, en iyisini seçip diğerlerine de hediyeler verebileceğini ima etti. Dolayısıyla katılım umulandan da çok yüksek oldu. Uzun bir müddet herkes çalıştı. DEVAMI YARIN