"Benim şimdi anlatacağım bir pehlivanlık hatırası..."

A -
A +

“Hemşerim ben Tortum’da Erzurum’da meydanları rakiplerime dar ederdim. Kimse karşıma çıkmaya cesaret edemezdi."

 
Herkes pürdikkat Mehmet Çavuş'u dinliyordu:
- Efendim bu akşam Lütfü Hocanın iki hatırasından birini ben anlatacağım, diğerini de kendinden dinlemeden kimseyi evine göndermeyeceğim. Zaten yarın fazla iş olmaz. Her taraf çamur. “Peki Mehmed Çavuş…” diyen Verintaplılardan odada olanlar, anlatılacakları merakla beklemeye başladılar. Minderine iyice kurulan Pikkirli Mehmet Çavuş:
- Benim anlatacağım bir pehlivanlık hatırası: Tümen komutanından bir emir geldi; üç ay sonra güreş müsabakaları yapılacak. Güreşecek pehlivanların listesini hazırlayıp gönderin. Bizim taburu temsilen baş için kendimi, başaltı için de Lütfü’nün ismini yazdım komutanıma verdim. Lütfü, duyduğunda “keşke yazmasaydın” dediyse de iş işten geçmiş, hazırlıklar çoktan başlamıştı. Bilhassa yazmıştım. Arkadaşımın tabiri caizse “sırım gibi sağlam” bir vücudu vardı. O kendisini bilmese de ben nasıl çelikten kollara sahip olduğuna birkaç defa şahit olmuştum. Başka taburlarda müracaat edenlerden çok iddialı pehlivanlar olduğunu duymuştum… Beklenen gün geldi, çattı. Lütfü’nün hasmı Tortumlu bir pehlivandı. Boyda onun kadar olmasa da bedenen tam bir insan azmanıydı. Çayırlarda epey elense çekmiş, yol yordam, usul görmüş geçirmiş tecrübeli biriydi anlayacağınız. Bu durumu yakinen bilenler: “Hafızı bir canavarın önüne yem olarak mı atıyorsun?” deyip beni suçlasalar da onlar gibi düşünmüyordum. Adım gibi inanıyordum, her ikimizin de taburumuza madalya getireceğimize…
Bu arada talimden ve rutin işlerimizden sonra Lütfü ile epey güreştik, sahiymiş gibi. Bir iki oyun öğrettim. Öyle duruma geldi ki artık onu alt etmekte zorlanır oldum. Serde başa güreşmek de var başaltı acemi bir güreşçiye alt olmak, karizmayı çizdirmek de istemezdim. Ne de olsa bizim bir şanımız vardı. Çayırlarda, tarlalarda az burun sürtmemiştik. Nerede bir güreş olsaydı mutlaka gider, kendimi denerdim…
Beklenen gün geldi çattı.
Karşılaşma başlayınca önce elense çekiliyor malumunuz. O esnada Lütfü’nün çelik pençelerini anlayan pehlivan hem konuşuyor hem de oyun arayışına giriyor; “Hemşerim ben Tortum’da Erzurum’da meydanları rakiplerime dar ederdim. Kimse karşıma çıkmaya cesaret edemezdi. Sen bilmeden, nasıl oldu da çıktın? Gel sana bir kıyak yapayım. Birbirimizi yenmeyelim. İyi bir güreş çıkarıp beraber kalalım. İnsanlar da güreş görsün! Söz mü?” Lütfü de hemşerisini kırmamak için; “Söz!” diyor. Yenişme olmayacağını bildiği için de rahat hareket etmeye başlıyor. Diğer Tortumlu pehlivan, istediği sözü alınca rahatladığı gibi, bir pundunu bulup hasmını tuş etmeye çalışıyorken Lütfü uyanıyor, tuzağı seziyor. Sözün özü; kurnazlık yapıp Lütfü’yü tümenin önünde mahcup düşürmek ve şanına şan katmak istemiş, hemşerilik muhabbetiyle. Fakat hafız da uyanık; bunu sezince adamı tuttuğu gibi bir hamlede havaya kaldırdı. Tümen de onunla birlikte ayaklandı. Her taraf âdeta ıslık ve tezahürattan inliyordu… Ben mi ne yaptım? Aşırı sevincimden ağladım. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.