Benim yüzümden insanlar kırılmasın diye acı sözleri sineme çekiyordum!

A -
A +

Hırsımdan sapsarı kesilmiştim. Kimseye belli etmesem de içten içe tutuşmuş çıra gibi yanıp kavruluyordum da dumanımı görecek gözler yoktu. 

 

 

 

Bayan öğretmen:

 

- Bir defa "kızım, evladım öcü gibi görünüyorsun, başını aç, rahatla!" dediğini duymadım! Ne kadar sevecen davrandığını gözlerimle gördüm vallahi, ne hain... O çocuk bundan cesaret alıyor, eminim!..

 

Hırsımdan sapsarı kesilmiştim. Kimseye belli etmesem de içten içe tutuşmuş çıra gibi yanıp kavruluyordum da dumanımı görecek gözler yoktu. Her şeye rağmen bir fitne çıkmasın, benim yüzümden insanlar kırılmasın, incinmesin diye söylenen acı sözleri sineme çekiyor yine de cevap vermiyordum. Münakaşanın, münazaranın galibi olmadığını sık sık duymuştum ve dostun dostluğunu giderdiğini, düşmanın da düşmanlığını artırdığını çok iyi biliyordum. Bunları düşünerek "lâ havle ve lâ kuvvete..." deyip sabrediyordum. Babacığım sık sık söylerdi: "Fesabrun cemil..." diye. Aklıma geldikçe kendimde kuvvet buluyordum. Zararın neresinden dönseydim kârdı.

 

Oniki-onüç öğretmenin içinde hiçbir kusurum, kabahatim olmadığı hâlde fena hırpalanmış, muhakemesiz infaz edilmiştim. Müdafaa edecek ne mecalim, ne de hâlim kalmıştı. Hiç müdahil olmadığım bir meselede kabahatli, suçlu ilan edilmiştim.

 

Daha sonraları bu mesele açıldığında her ne kadar "Ya bu çocuğun bu hâlini bütün köylü biliyor, benim sınıfa gelmeden önce de böyleymiş, yeni bir durum değil..." desem de suçlu ilân edilmiştim bir kere. Tabii hem Erzurumlu hem de babacığımın imam olmasını öğrenmişlerdi ya... uzağa gitmeye lüzum yoktu, suçlu belliydi! Bundan sonra ne yapsam ne etsem hep o gözle bakılıyordu. Bütün hissiyatımla yalnız kalmıştım. Bunun burada bitmeyeceğini de çok iyi anlamıştım.

 

İçimden; "Ah insafsızlar, ah!" diyerek acı çekiyordum.

 

Muvaffakıyetlerim, bütün zamanımı kıymetlendirip çocukların yetişmesi için harcamam, köylüyle iyi diyalog içinde olmam kimsenin umurunda değildi.

 

Bu ve benzeri meselelerde insafsız ve izansız bir şekilde suçlanmak, insanın aklını başından alıyordu. Haksızlığa dayanamamak yüzünden gizli gizli ağladığım çok olmuştur... Artık kararımı vermiştim, en kısa zamanda buradan ayrılacaktım. Bu gidişle bu şekilde düşünenlerle nereye kadar, nasıl çalışabilecektim ki?

 

O sene üniversite imtihanlarına girdim. Çok da iyi puan aldım. Kâbiliyetim doğrultusunda bir dal seçtim (Resim öğretmenliği). Yorulmadan da tamamladım elhamdülillah... Ne vakit, nerede bu mevzular bahis konusu olsa içimden bir şeylerin 'cız' diye yandığını hissederim. Haksızlığa, zulme yutkunarak sustuğum çok oldu, lakin boyun eğdiğimi hiç hatırlamıyorum.

 

Bakın hanımlar, beyler,

 

Çoğu uyduruk şeyler,

 

En güzel nasihati,

 

Elbette Hoca söyler!

 

          ***

 

İlk muallimlik günlerimde yaşadığım bu hâdiselerin üzerinden kırk seneden fazla bir zaman geçti. O günleri ne ben, ne de talebem unutmamışız. Hattâ bu zeki, oldukça çalışkan talebem Reyhan'ı anneme de anlatmışım. O sıraları bir kız kardeşimiz dünyaya gelmişti, adını Reyhan koymuşlar. Seneler sonra anneme; "Bu ismi nasıl buldunuz, nereden duydunuz?" diye sorduğumda;

 

"Ne bileyim, birden o başını açmayan kızcağız aklımıza geliverdi" cevabını almıştım. Ahmetpaşa kasabasında diğer adıyla Paşaköy'deki bu hatıramın tesiri olsa gerek diye düşündüm hep. DEVAMI YARIN

 

 

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.