“Bilmediğin yabancı yerlerde tek başına dolaşma oğul!..”

A -
A +

Hacı Lütfü Hoca, ne yapmalıydı? İçinde iki kuvvet mücadele hâlindeydi. Biri “kal gitme…” diğeri “Nice insanların önüne düştün? Onları daha fazla bekletme! Kul hakkına girme!” diyordu.

 

O da öyle yaptı. Ayakları, ha bire otobüslerin kalkacağı yere, öne doğru giderken, başı hepten gerideydi. Ha bire dönüp dönüp arkada kalanlara bakıyordu. Önce, epey uzakta kalan Yeşil Kubbe, sonra da tek Osmanlı hatırası minare gözden kayboldu.

 

Taş ve beton yığınlarından yapılmış olduğundan şehre bir grilik hâkimdi.

 

Aslında Lütfü Hoca, hacı olmanın, bu mübarek yerleri defalarca ziyaret etmenin verdiği bir neşe içindeydi ve buraya geldiğine pek seviniyordu da... Ah! Bir de bu ayrılık olmasaydı, fikrindeydi…

 

               ***

 

Otobüsler yola çıktıktan sonra yapılacak tek şey kalıyordu; Hac yolundaki hatıraları unutmamak ve yeri, zamanı geldiğinde de doğru olarak anlatabilmekti.

 

Geldikleri yollardan, yine istirahat yerlerini tek tek geride bırakarak bir sabah vakti Şam-ı şerife girdiler…

 

              ***

 

Bir işportacı, omuzlarına üst üste ceketleri atmış, hacılar arasında dolanıyordu. Lütfü Hoca, onu uzaktan görür görmez, “Ayağıma bu fırsat gelmişken kendime ceket, pantolon, pardösü alayım bari. Sık sık izin alıp şehre gidemiyorum...” diye düşünerek “Buraya gel…” manasında satıcıya el etti. O da sanki onu arıyormuş gibi hızlanarak yanına geldi. “Kem kuruş?” diyerek, Arapça fiyatlarını sordu. İhtiyaçlarını sıraladı. O da “İstediğin her şey var. Hem de değişik renk ve modellerde, çeşit çeşit…” diyerek, asıl büyük mağazaya davet etti.

 

Bu arada birkaç ceket giyindi, çıkardı. Kiminin kolları kısaydı, kiminin rengi hoşuna gitmedi. Gelen seyyar satıcı, elbiselerin pazarlandığı merkez mağazanın yakın olduğunu, hemen gidip gelebileceklerini ısrar edince, “Peki, olur…” dedi, peşine takıldı. Aklına kötü bir şey gelmiyordu. Oysa hocası, “Tanımadığın, bilmediğin yabancı yerlerde tek başına dolaşma oğul!..” diye sıkı sıkı tembihlemişti de... Hocalarının tembih ve tavsiyelerine çok dikkat etmesine rağmen ne hikmetse bugün aklına bir şey gelmedi…

 

Seyyar satıcının ardı sıra giderken, arabaların bulunduğu yeri kolay bulabileceği işaretler ediniyordu zihninden. Geçtiği sokakları ve binaları dikkatlice inceliyor, dönüş yolunu unutmamaya çalışıyordu. Birkaç sokak dönüp bir iş hanının önünden duran seyyar satıcı, ha bire de geri dönüp çağırdığı Türk hacısının peşi sıra gelip gelmediğini kontrol ediyordu. İyice yaklaşmasını bekledi ve geldiğinden emin olduktan sonra da bodrumdan aşağı indi…

 

Lütfü Hoca, kalbinde bir sıkıntı hissetse de takip etmeye devam etti. Bodrumun dış kapısından içeri baktığında, tıklım tıklım elbise dolu olduğunu gördü. Tam aradığı yere gelmişti de içinden bir el onu tutuyor, fazla ileri gitmesine mâni oluyordu… DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.