Bir felakete mâni olduğum için o gün huzur doluydum...

A -
A +

Sultanım “Zaptiyelerimin çözemeyecekleri meselelerini pek rahat hâlletmişsin Behlül! Niçin sevdiğimi anladın mı?” deyip alnımdan öpüverdi.

 

 

Muhabbetle birbirlerine bakan gençler bu sefer de ortadaki bir kap dolusu altını bana hediye ettiler. Ben de aldım üç eşit parçaya böldüm, kendilerine hediye ettim. Herkes hayatından memnun ayrıldı.

 

Bir felakete mâni olduğum için hamd ve şükrettim Rabbime. O gün huzur doluydum.

 

Hikâyemin sonunda Harun Reşid Sultanım da kalkıp “Zaptiyelerimin çözemeyecekleri meselelerini pek rahat hâlletmişsin  Behlül! Niçin sevdiğimi anladın mı?” deyip alnımdan öpüverdi.

 

 

 

Boynu bükük durma bülbül!

 

Dosttan ahuzarın mı var?

 

Bak keyfine neşelen gül,

 

Gülden başka yârın mı var?

 

 

 

Gezersin nice illerde,

 

Hasretsin hep gönüllerde,

 

Gözün kulağın güllerde?

 

Dallarını kıran mı var?

 

 

 

Olmuşsun güllere bende,

 

Bir tuhaflık yok mu sende?

 

Sararıp solmuş çevrende!

 

Bu ahvâli gören mi var?

 

 

 

Yavruların pek de arık,

 

Yürünmüyor yollar yarık,

 

Kanadında var bir kırık.

 

Uçmamanı yeren mi var?

 

 

 

Sana kimler tuzak kurdu?

 

Pek koşturdu, epey yordu!

 

Terk eyledin ana yurdu,

 

Hâl hatırın soran mı var?

 

 

 

Sükûnet bul, olma taşkın,

 

Zaten derdin boydan aşkın,

 

Hep ötersin şaşkın şaşkın!

 

Dağ başında karın mı var?

 

 

 

Dünyadan çok mu bunaldın?

 

Tüylerini yele saldın!

 

Pek çaresiz kalakaldın,

 

Sır vermeyen serin mi var?

 

 

 

HOCA, durmaz içten bakar,

 

Hâliniz yürekler yakar,

 

Gözlerinden yaşlar akar,

 

Şehid düşmüş çerin mi var?

 

               ***

 

NASİHAT ÜSTÜNE NASİHAT…

 

Kaç gündür yorgunluktan bitap düşmüş bedenimi sırtüstü, sonsuz maviliğin altına bırakmıştım. Gökyüzü ne muhteşemdi. Gökyüzü öyleydi de yeryüzü öyle değil miydi? Rabbim her şeyi biz insanlar için en mükemmel bir şekilde yaratmıştı. İbret alıp almamak bizim inisiyatifimizdeydi.

 

Yattığım yerden doğrulup oturduğumda, bulunduğum ovayı daha bir farklı görüyordum. Diğerlerinden daha yüksek tepenin neftî ağaç deryası içindeki adaya benzeyen yerine bakabiliyordum. Ortalıkta hiç kimsecikler yoktu. Kalabalıklar içinde hissetmeye çalıştığım yalnızlığın en ağırıyla tanışıyordum her gün yeniden. Meğer bu dünyada tek başına olmak ayrı bir imtihanmış.

 

Hafiften esen rüzgâr, okşarcasına yüzümü yalayarak geçip gidiyor. Güneş, ufuk hattından doğmaya yakın her tarafı sarı, turuncu ve kırmızının tonlarına boyamış. Kullanılmış pamuk istifi gibi görünen bu renkli bulutlar, koşarcasına akıyorlar tepemden. Dünyanın dönüşünü, zamanın durmadan akışını hatırlatıyorlar bana.

 

Sessiz bir çığlık atıyorum "Ne aceleniz var? Nereye koşuyorsunuz böyle? Hey! Hey bulutlar size sesleniyorum! Alın beni de götürün. Uçan halı misali bineyim üzerinize... Siz nereye ben oraya. Kimsenin ama hiç kimsenin olmadığı bir yerde yalnız ve yalnız Rabbimin razı olduğu işler yapayım. Sizler de şahidim olun. Ne mânâsı var, tam bilmiyorum ama tek başıma kalmayı seviyorum…

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.