Bir gün Sümbül Efendi Cami-i şerifine gitmişti...

A -
A +
“Tecvidi âdeta yuttum. En ince teferruatına kadar hem biliyor, hem de tatbik ediyordum. Hocam yanlışımı çıkaramıyordu!.."
 
 
Tek başına olduğunu zannettiğinde yüksek sesle “E’ûzü Besmele” çekip Davutpaşa Camii’nin duvarlarını çınlatması hoşuna gitse de hocasıyla karşılaşıp mahcup olacağından da korkuyor. Onun için hep dikkatli oluyor, aşikâre bir şey yapmaktan da imtina ediyor Hafız Lütfü…
Bir gün yine aynı hislerle dersini yapmış, son defa hocasına dinletiyormuş gibi de yüksek sesle okumuş, “Sadakallahül azim” dediğinde kimseciklerin olmadığını sandığı cami-i şerifin tıklım tıklım dolu olduğunu görünce hem utanmış, hem de cesareti artmış. Ondan sonrası daha bir yüksekleri hedeflemiş.
Bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
“Tecvidi âdeta yuttum. En ince teferruatına kadar hem biliyor, hem de tatbik ediyordum. Hocam yanlışımı çıkaramıyordu. Memnuniyetini yüzünden anlıyordum. Lakin hiç pas vermiyordu. Arabî okumamı, bilhassa “Emsile, Binâ, Maksûd, İzzî, Merah ve Kâfiye” gibi temel kitapları bitirmemi bekliyordu. ‘Demek benim daha iyi olmamı istiyordu ki böyle davranıyor’ diye düşünüyor, hocamı daha çok seviyor, bir o kadar da bağlanıyordum. O ise; ‘Ooo, çok işimiz var seninle…’ deyip keyifleniyor, çeşitli vesilelerle bana laf atıyordu ha bire…
İstanbul’un en meşhur kıraat ustalarını tek tek öğreniyor, onların vazifeli olduğu camilere, mekânlara gidiyor, tanışıyor, aşırlarını dinliyor, her dinledikten sonra da onları taklit ederek okumaya çalışıyor, lakin bir türlü kalbimin mutmainne olamadığını görüp rahatlayamıyordum.
Bir gün dersimi verdikten sonra öğle namazına Sümbül Efendi Cami-i şerifine gittim. Aman Allahım o ne içli, ne güzel okumaydı, kalbim yerinden sökülecek gibi oldu. Kelimenin tam manasıyla mest olmuştum. “Bu tarz okumayı öğrenmeliyim…” dediğimi hatırlıyorum. Zaten bir karar verdim mi tamamdı? Onu “olmuş” bilirdim, oldum olası. Benim için zor olan karar vermekti. Sesi pek güzeldi. Harfleri, mahreçlerinden tam çıkarıyor, ne bir fazla, ne bir eksik okuyordu. Anlayacağınız aradığımı bulmuştum ve hayranlığım had safhadaydı.
O gün camiden çıkmadım. Tek başıma oturup diğer vakte kadar içimden tekrar ettim duyduklarımı. Yeni vaktin ezanı okunurken de bir daha dikkat kesildim bütün hücrelerimle... Evet, yanılmıyordum. Artık Kur’ân-ı kerîmi, Ezân-ı Muhammediyeyi ve diğer okumaları, dinlediğim bu makamda yapacaktım Rabbimin müsaadesiyle…”
             ***
Bütün aklı, fikri burada, Sümbül Efendi’de kalmıştı Hafız Lütfü’nün. Birkaç gün, sıradan bir cemaat olarak gidip geliyor. Bir gün de ne edip edip müezzinlerle tanışıyor. Davutpaşa Kur’ân Kursunda talebe olduğunu söyleyince de mahfile davet ediyor, vaktin ezanını ve müezzinliği yapmasını teklif ediyorlar. O da memnuniyetle kabul ediyor. Çünkü Mustafa Sak Hocasına sürpriz yapmak niyetindedir. Ezân-ı Muhammediyi tıpkı onlar gibi okuyor, çok dikkatli bir şekilde müezzinlik yapıyor, aşr-ı şerif de okuyor. Cami cemaatinden, imam ve müezzinlerden çok iltifat görünce cesareti iyice artıyor. Şimdi sıra Davutpaşa Cami-i şerifinde aynısını yapmaya gelmiştir… DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.