Birkaç günlük ömrümüzü sakin geçirmek istiyordum

A -
A +

Tanju’nun da benim de lüzumsuz harcamalarımız kökten kesilmişti. Çok modern, oldukça rahat yaşayan Tanju’nun birden elinde olanların alınmasına üzülmüştüm. “Bolluktan yokluğa…” dediğimiz, tenzil-i rütbe etmek kolay değildi. Maşallah iradesine hâkimdi. Onun dayanma kuvveti fevkalâdeydi. Benim gibi zayıf olsaydı çok daha beter olabilirdik Allah muhafaza!

 

Ben; aslında kendimi düşünmüyordum. Senelerce oradan oraya koşturup yorulmuş hayat arkadaşımın istirahati için, çocuklarımın huzuru için şehrin merkezinden kenar mahalle sayılan yerlere kadar çıkıp gelmiştim. Medeniyet denilen şehir gürültüsünden, karmaşasından, koşuşturmaktan uzak, tabiatla baş başa olmak bir köylü gibi sade yaşamak karakterimde varmış meğer, hoşuma gitmeye başlamıştı… Tanju ve çocuklarımla beraber; birkaç günlük ömrümüzü sakin geçirmek istiyordum. Başka biri için değil, sadece biricik hayat arkadaşım, ailem, evlatlarım içindi her şey.

 

Yakışıklı genç, çalışkan, muvaffakıyetlerle dolu fakat aile hayatında tecrübesiz, “henüz bir talebe” diyebileceğim refikimin peşi sıra, gözlerim çevrenin güzelliğinde, çantalarımız ellerimizde düşe kalka, koşar gibi yürüyorduk sahile doğru.

 

Rüzgâr; ipek tülden saçlarımın arasına, oradan da boynuma giriyor tarifsiz bir serinlik veriyordu. Kollarım acıdı; taşıdıklarımı en yakındaki çimenler üzerine bıraktım, soluklandım. Gayr-i ihtiyari elimi başıma götürdüm, saçlarımı düzelttim. Bu nazikçe dokunduğum başın içinde neler vardı neler? Çeşitli sual dolu, oldukça meraklı, genç, tecrübesiz bedenimi niçin buralara kadar sürüklemiştim ki? Ah bu baş ah! “Akılsız başın yükünü ayaklar çeker!” sözü aklıma geldi, gayr-i ihtiyari tebessüm ettim. “Ecdat eksik söylemiş: Yalnız ayaklar değil, kollar da çeker” dedim, güldüm.

 

Aydınlık ve serin sabahın başında; nasıl yürüdüğümü, yüzümün nasıl bir şekil aldığını tasavvur etmek istemiyordum.

 

Ağaçların arasına girerken kendimi; dünyanın en basit, en zavallı, hatta en beceriksiz hanımı olarak görüyor, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruh hâline malik olduğuma şaşırıyordum.

 

Geldiğimiz yer çok güzeldi. Çocuklar sevinçlerinden koşup duruyorlardı. Bir kere çam ağaçlarının yaydığı reçine kokusu; toprak ve çimenlerden uçuşan usareler birbirine karışıyor insanı âdeta mest ediyordu. Önümüzde alabildiğine uzanıp giden çiçek deryası içinde koşasım geliyordu.

 

İnsanların birbirlerini rahatsız etmeyecek mesafedeki oturuşlarını görünce “Bu çok daha güzel” dedim, yürüdüm. Muhtelif aralıklarla, münasip köşelere; birer biblo gibi kuş evleri kondurulmuştu. İnsanların gidip gelecekleri yollar, bahçe araları ve önleri taşlarla döşeliydi. Yağmur ne kadar da yağsa, çamur olma ihtimali yok gibiydi.

 

Bahçe duvarından itibaren başlayan küçük bir düzlük gördüm, sere serpe uzanıverdim. Tanju da gelip yanıma oturdu. Çocuklar ellerindeki sopalarla sahile doğru koşuyorlardı. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.