“Biz de oradaydık o şarkının tam ortasında...”

A -
A +
Pek çok insan bizim diplomamızı, mazimizi ya da kimliğinizi görmüyordu. Dış görünümümüze göre kıymetlendiriyordu haklı olarak. Oysa insanın kendine itina göstermesi kendi psikolojisi adına da elzemdi. Ancak asıl mühim olan şahsın sahip olduğu ilmi, ahlakı, topluma faydalı fikirleriydi. Pırıl pırıl bir adam karşımızda iki lafı bir araya getiremeyip saçma sapan ya da patavatsızca konuşursa her şeyi bitirmez miydi? Yaşantımızla, ideallerimiz ve hedeflerimizle biz de büyüklerimiz yanında hepten bitiktik zaten.
     ***
Kalbimi kopardılar kim bilir kaç kez,
Hiç hakkım yok şikâyete bile bile lades!
Belki de acısından beslendim aşkın,
Yoksa bir gün bitmez miydi bu edepsiz heves?
 
Sıra senin hadi üz beni!
Yaza koyar mı güz beni?
Geceleri gündüzleri,
Aşk, aşk diye çekmedim mi?
 
Şimdi bana ya bir hicazkâr,
Ya bir körpe yar ya yine efkâr!
Giden gitti yan ateş böceği,
Şarkını söyle sazını çal!
 
İnsan kaç kere tutar yandıkça ateşi?
Gitgide fark etmiyor yaranın üçü beşi!
Ne tövbe bilir gönül, ne biter öfkesi,
Uçar uçar düşer, kalbe bir kuş sürüsü.
 
Hani ilk dinlediğimde, “Ulann! Bu şarkı ne böyle?” dedim içimden “Sıra senin hadi üz beni!” sözlerini duyunca “ohaa” kelimesi çıktı ağzımdan gayr-i ihtiyari. “Olsa olsa Sezen Aksu şarkısı bu” dedim! Yanılmamışım da... “Hicazkârı efkârla kafiyeleyen, edepsiz hevesle geceleri gündüzleri aşk, aşk” diyen bir sonra da “Orada…” diyordu... Biz de oradaydık o şarkının tam ortasında.
Bulunduğum noktaya bakınca, hiçbir şeyle izah edilemeyen müthiş bir çamurun içine daldığımı iyice görüyordum.
Bugünlere gelirken, doğru eğri görebildiklerimi, iyi kötü kanaatlerimi, hayata dair bazı fikirlerimi ve büyük aldanmışlığımı düşünerek hep TÖVBE ediyordum lakin daha ileri gidemiyordum! Bir kıstasım, ölçüm yoktu ki…
     ***
Ailelerimizi ikna edip sessiz sedasız yuvamızı kurduktan sonra keyfimize diyecek yoktu. Artık istediğimiz gibi gezecek, tozacak, eğlenecektik.
“Ayak bağı” dediklerimiz olmadığından, bugün sabahleyin erkenden kalkmış, dışarı çıkmış, kol kola tabiatın şefkatli bağrında gezinerek hayatın tadını çıkarıyorduk. Çok neşeliydik çoook! Denize nazır yürürken, zümrüt gibi çimenlik bir yere rastladık, hemen çöküp kaba otlar üzerine; tıpkı filmlerdeki gibi sere serpe uzanıverdik…
Güzel bir mesire yerinden masmavi gökyüzüne, oradan da lacivert denize bakmak ne hoştu. Taa Adalar’a kadar önümüz açıktı.
Hafif hafif bir meltem, yüzümüzü okşayarak saçlarımızı dalgalandırıyordu püfür püfür. Yalnız iki sevdalının kuş cıvıltıları altında baş başa kalmamızdan hasıl olan muhabbeti anlamaya, anlatmaya kelimeler aciz kalırdı. O hissiyat, ancak yaşanırdı bizim gibi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.