"Ağlama evimin direği! Yalnız değilsin Şükriye’m! Ben varım Ali’m var, Ömer’imiz, Hatice’miz var..."
Evin annesine karşı aşırı hürmetkârdı. Her söylediğini yaparsa melek... Yok, eğer yanlışlıkla farklı bir şey yaparsa, kötü olsa bile kendini kabahatli bulurdu Yusuf.
- Hata, kusur benim hanım! Ne ettiysem, sizleri rahat ettirecek bir düzen kuramadım! Kabahatliyim, biliyorum!
- Üzülesin, şikâyet olsun diye söylemedim Bey! Bir evlat olarak vazifemi yapamadığımı, şartlarımızı sesli düşündüm sadece. Üzerine alacağını bilseydim söz açmazdım.
- Bahsetmesen de biliyorum her şeyi!
Biraz önce muhabbet dolu, gözlerinin içi gülen genç ana gitmiş, şimdi belli olmayan bir boşluğa bakan ve hayatı dramlar üzerine kurulduğu apaçık ortada olan, narin olduğu kadar çilekeş biri gelmişti. Yusuf, biricik hayat arkadaşını teselli etmek için sofranın üzerinde duran zayıf, kansız iki elini tuttu, sıkıca kavradı. Şükriye, beyinin ellerini elinin üzerinde hissettiğinde başını kaldırdı, nemli gözlerle yüzüne baktı.
- Hak teâlâ ne demişse öyle oluyor Bey! Onun emri yerine gelsin, aykırı bir şey yapmayalım da… dedi, gözleri doldu. Bunu, her şeyden önce bir evlat, bir kadın, bir ana olarak söylüyordu elbette. En mahrem hâlinde, çocuğunu dünyaya getirmek için ne sıkıntılara katlandığını, uzun ve sert kış ayazında ahırdaki hayvanların arasında, ne zor şartlarda doğum yapmış ve ne imkânsızlıklar içinde hicret edip buralara kadar gelmişlerdi. Niçindi bunların hepsi? Bir kurtuluş ümidi yakalar niyetiyleydi tabii. Gelir gelmez de Ali’nin hastalığıyla uğraşmışlardı. Ne büyük imtihanlardan geçiyorlardı. Basit bir hastalığın tedavisini yaptıramama yüzünden ciğerparesinin daha düne kadar nasıl sıkıntı çektiğini, iyi olduğundan tam emin olmadan ayağa kalktığını düşündükçe çiseleyen yaşlar, sağanağa dönüştü.
- Ağlama evimin direği! Yalnız değilsin Şükriye’m! Ben varım Ali’m var, Ömer’imiz, Hatice’miz var. Tek başımıza değiliz elhamdülillah, kocaman bir aileyiz. İyi kötü başımızı sokabileceğimiz evimiz var. Şöyle bir yerleşelim, işimi de oturtturayım babanı da alıp geliriz, onu yalnız bırakmayız. Senin baban bizim de... Üzülme yeter ki, hepsi de geçer, ben ve gül gibi çocukların var yanında.
- !!!
Bütün samimiyetiyle sıkıca tuttu elini, bir müddet bırakmadı. Şükriye, hâlâ korkularıyla doluydu...
DEVAMI YARIN