Evliliğinin bittiğini düşünenlere, dullara, yeni evlenenlere ve bekârlara…
BİR KADIN...
Kocam, eli ayağı düzgün, oldukça zeki, kariyer sahibi bir mühendisti. Onunla güzel huyu ve sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Gül kokan göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı…
Gel gör ki bir sene nişanlılık ve yedi sene evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başladı. Ya da bana öyle geliyordu. Hayat arkadaşımın bir zamanlar çok sevdiğim bu huzur veren hususiyeti artık beni huzursuz ediyordu. Hem de tahammül edemeyeceğim kadar çok.
İşinde muvaffak olmuş, çalışmaktan yorulmayan, aile münasebetlerinde ise oldukça hisli, hattâ aşırı hassas bir hanım sayılırdım. Romantik anlara, küçük bir çocuğun bala düşkünlüğü gibi can atıyordum. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdumduymazlığı, evliliğimize farklılık getirmemesi, romantizm katmaması beni aşktan, muhabbetten koparıp almış, aile hayatından iyice uzaklaştırmıştı.
Sonunda kararımı verdim: “Mecbur muyum bu sünepeye! Böyle evlilik olmaz ve böyle de gitmez!” dedim ve niyetimi, içimden geçenleri yüzüne söyledim: “Boşanmak istiyorum…” Cümlemi duyunca ürperdi, âdeta şoke oldu. Şaşkınlıktan gözleri büyüdü, neden sonra tek bir kelime çıktı titreyen dudakları arasından “Niçin?” diye sordu.
“Hakikaten belli bir sebebi yok…” dedim, “Canım öyle istiyor! Bu hayattan yoruldum…”
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Kara kara düşünüp durdu. Bu acınacak hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramadı. “İşte, sıkıntısını dışarı vurmaktan aciz bir adam ve böyle biriyle evliydim…” dedim. Ondan bekleyebileceğim bir şey kalmadığına dair fikrim iyice kuvvetlendi.
Daha fazla dayanamadı sordu: “Seni caydırmak için ne yapabilirim karıcığım?”
Demek ki tecrübeli insanların söyledikleri doğruydu: İnsanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Bu suâliyle son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. “İşte mesele tam da bu!” dedim, üzüntüden ne yapacağını şaşırmış hayat arkadaşıma baktım; “Soracağım suâlin cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim...” dedim, önceden hazırlamadığım, o an aklıma geleni sordum.
“Diyelim bir dağın zirvesinde ve derin uçurum kenarında güzel bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmanı istesem; düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl olsa bile bunu benim için yapar mısın?”
Yüzüme dik dik baktı. “Sana bunun cevabını yarın versem olur mu?” dedi.
Bu kaçamak cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir mektup bırakmıştı. Aldım merakla açtım.
“Sevgilim” diye başlıyordu nazikçe,
“O çiçeği senin için koparmazdım…” diye devam ediyordu.
Bu ikinci cümleyle, hassas kalbim yeniden ve daha kuvvetlice kırılmıştı. Merakla okumaya devam ettim... DEVAMI YARIN