Tanju bir yazı uzattı ve;
- Al, bunu oku, dedi.
- Niyeymiş?
- Oku işte. İçine sindirebiliyorsan da YILBAŞI eğlencelerine katılalım!
- Ne yılbaşısı, ne eğlencesi?
- Yağmur seni aramadı mı?
- Aradı…
- İşte ona verilecek cevap.
Sayfaları elime aldım evirdim çevirdim. Bir kere başlığı beni sarsmıştı. Ne demekmiş? “YARISI OLMAYAN ADAM.” Merakla okumaya başladım.
***
YARISI OLMAYAN ADAM!..
Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği küçük ve şirin kazamızda huzur ve saadetle yaşayan, hâli vakti yerinde zengin bir aile sayılırdık. Memleketimiz; yedi düvele karşı mücadele ettiği büyük bir cihan harbi yaşamış, âdeta taş taş üstünde kalmamıştı. Görünüşte galip gelmiş, düşmanları yurdumuzdan kovmuş, esaret zincirlerini kırmış, hürriyetimize kavuşmuştuk. Kavuşmuştuk ama o zalim düşmanlara da ram olmuş, gönüllü köleleri hâline getirilmiştik.
Harp, insanımızı fukaralaştırmıştı lakin yeniden devlet olmanın müspet havası vardı üzerimizde; yüzümüz ak, başımız dik ve oldukça da gururluyduk.
Umumi harpte sayısız şehit vermiştik. Bir o kadar da gazimiz aramızdaydı. O acı günleri unutturmayan canlı şahitlerdi her biri. Gazi dediklerimiz öyle normal insan değil; birçok uzvunu kaybetmiş neredeyse yarım adam sayılırlardı. Kiminin ayağı, kiminin kolu, kiminin ise hem ayakları hem kolları kopmuştu. Gözünü kaybedenler, hâlâ vücudunda bir mermi veya birkaç şarapnel parçası taşıyanlar ve daha neler neler…
Şehit aileleri; evlatlarını vatan için, millet için, din îmân için verdiklerinden ve gaziler bu uğurda sakat kaldıklarından dolayı üzülmüyor, aksine tarifsiz bir hazla karışık şeref bile duyuyorlardı.
Umumiyetle dul ve şehit hanımlarının ve yetimlerin gelirleri yoktu, fakirlerden de fakir sayılırlardı. Gazilerin ise çoğu zaten çalışamayacak durumdaydı. Ama kimseden bir şey istemeye tenezzül etmezlerdi, akıllarından bile geçirmezlerdi. Bu asil insanların vakarlı duruşlarının farkındaydık. Herkes; nezaketle hareket eder, onları incitmekten ellerinden geldiğince imtina ederdi. Yardımlar aleni değil belli etmeden usulüne uygun yapılırdı. Evimize ne alınırsa aynısı şehit ve gazi evlerine de alınır, yiyecek ve giyecekle beraber mendillere sarılmış paralar sepetin bir kenarına iliştirilir, etrafa hissettirmeden kapıları çalınır, açana; “bu sizinmiş” denip teşekkür beklenmeden bırakılır, sessizce dönülürdü.
Kimse “Ben şehit ailelerine, gazilere şunu gönderdim, şöyle yardım ettim” gibi söz söylemezdi. Yapılan yardımlar ihtiyaçlarına cevap veriyor muydu? Bilinmez ama yetmese bile; ne şehit aileleri ne de gaziler: “Benim şuyum eksik, buyum yok, çaresizim, açım, susuzum, sahipsizim, yandım, öldüm, bittim” de demezlerdi. Belli ki; bu aziz vatan için şehit yakını olma sabrının sevabını veya gazi olup işe yaramaz hâle gelmenin şerefini bu fâni dünyada harcamak istemiyorlardı... DEVAMI YARIN