Jale:
- O kuşlar da göçüp gidince, önce bir bir, sonra hep birlikte yeryüzü toprağına düşmeye başlayan yaprakların sahibi ağacın kimsesizliği ondandır Hacer Anne...
İnsan yüzlerini okşayarak esen rüzgârın o bazen sıcak, bazen soğuk ürpertisi... Kışın soğuk ayazında bütün suçluluğunu bilmeye başlayan ağustos böceğine, kapıyı açmayan karıncanın yuvasına çekilmeye başladığı yürümelerin ilk adımları da ondadır… Kendisine yer açıldı diye usulca gelip ayaklarınızın dibinde uykuya dalmaya başlayan bir kedinin hırıltısının sesleri de... Gelmesini istediğimiz ama gelmeyen, bir türlü gelmek bilmeyen ve olmayan huzur ve saadetimizi aramaya başladığımız gün de ondadır.
- Aylin gibi şifreli konuştun kızım!
- Biz yeni nesil hep aynıyız; ha Aylin, ha Jale… fark etmez, bir tornadan çıkmış gibiyiz, yani gördüğünüz gibi böyleyiz Hacer Anne.
- Beni yerimden yurdumdan etti Ankaralara kadar getirdi, sonra “Burada istediğim işi bulamıyorum…” deyip çekti İstanbul'a gitti, şimdi de hepten yalnız bıraktı… Ben perişan oldum, sizler de nasıl olursanız olun kızım!
- Haklısınız! Hüküm neticeye göre verilirmiş!
Dedim, dilim döndüğünce teselli edip taziyelerimi arz ettim. Beni dinleyecek hâlde değildi. Çantamdan zarfı çıkardım. “Bu Aylin'in size vefat ettiği gece yazdığı son mektubu…” der demez, o yorgun ihtiyar gitmiş, genç biri gelmişti sanki. Bir panter çevikliğiyle ileri atıldı, zarfı elimden aldığı gibi öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü mâniler söyledi. Sohbet ederken gözyaşlarımıza mola vermiştik lakin yeniden başladık ağlamaya. Dışarıdakiler, ağlama seslerini duydukça çömelip bekliyor ya da geri gidiyorlardı.
Keklik gelir seke seke,
Kulağımda altın küpe,
Ben Aylin'imden ayrılmazdım,
Ayırdılar çeke çeke!
Yeni yedim aşımı,
Hem bağladım başımı,
Bu mendil senin olsun,
Sil gözünün yaşını.
Yılana bak yılana,
Kıvrım kıvrım dolana,
Ben kızımı kaybettim,
Bin altın var bulana.
Yıldırım vurdu bizi,
Dal gibi kırdı bizi,
Araya girdi düşman,
Dağlar ayırdı bizi.
Git kızım güle güle,
Hem bizden selâm söyle,
Ne yapalım güzelim?
Alın yazımız böyle!
Ah Aylin’im Aylin’im!
Sana bir şey demedim.
Buralardan gideli,
Tatlı taam yemedim!
Elim kolum bağladım,
Ciğerimi dağladım,
Aylin musalladayken,
Oturup da ağladım.
Karşıda ayvalıklar,
Gölde yüzer balıklar,
Ne böyle acı gördüm,
Ne böyle ayrılıklar!
Zarfın ağzı yapıştırılmadan öyle bırakılmıştı. Umumiyetle bir mektup ağzı açık bırakılmışsa emanetçiye “İçinde mahrem bir şey yoktur, isteyen okuyabilir…” mânâsına geliyordu bizim dünyamızda. Aceleyle bana döndü “Benim kuvvetim yetmez! Sen oku dinleyeyim evladımın son taleplerini…” dedi, uzattı. Açtım başladım okumaya. Aslında bunu da tuvalette okumuştum ama bilhassa bana yazılana yoğunlaştığımdan ve aşırı üzüntü ve kederimden anneye yazılanları unutmuştum. Günler sonra bir kenarda görünce hatırladım, aldım Ankara'ya kadar getirdim. DEVAMI YARIN