"Bakın muhterem Vali’m! Bu adam, kötü niyetli olsaydı, isteseydi itiraf etmezdi. Siz de haklı olarak; haksız yere benim kanıma girerdiniz!"
Basra valisi:
- Nasıl? Adam suçunu kendi ağzıyla itiraf ediyor. Ceset ortada...
- Öyle olsa da bu infazın kimseye bir faydası da olmaz!
- En azından adâlet yerini bulur! Ben de vazifemi yapmış olurum, fena mı?
- Size de bir hayrı olmaz!
- Niçin, bana da faydası olmasın?
- Bakın muhterem Vali’m! Bu adam, kötü niyetli olsaydı, isteseydi itiraf etmezdi. Siz de haklı olarak; haksız yere benim kanıma girerdiniz! Ne iyi etti de doğrulukla ayağı kalktı, hakikati bütün milletin duyacağı şekilde yüksek sesle söyledi. Doğruluk için kendisini âdetâ feda etti. Benim açımdan ise daha mühim. Boş yere öldürülmeme rıza göstermedi kendi canıyla oynadı. Nasıl olur da böyle bir yiğit gencin kanı dökülür?
- Suçsuz mu sayalım?
- Diyet diye bir ceza daha var! Onu niçin hesaba katmıyorsunuz? Dedim, sustum.
- !!!
Bir müddet sakalını sıvazlayarak tefekkür eden vali, “Maktulün yakınları gelsin!” diye emir verdi. Katledilenin yakınlarını çağırdı.
Zaten oradaymışlar, hemen huzura çıkarılan adamlara:
“Diyet isteme hakkınız var. Onu isteyin! Dilerseniz onun öldürülmesini de isteyebilirsiniz! Tercih sizin. Bunun kimseye bir faydası olmaz! Bu işi farz edin ki o yapmadı, ben yaptım. Âsîdir, ama mutî. Ona Behlül de şefaat etmekte...” dedi. Nihayet onları altınla diyet ödenmesine razı etti. Bu hareketiyle genç, doğru söylemekle hem beni hem kendisini ipten kurtarmış, bütün düşmanlarını da diyetini vererek hoşnut eylemişti.
Vali de çok huzurluydu. O genci yanına çağırdı sordu:
- Nasıl oldu da halk arasından kalktın? “Ben yaptım, suçlu benim!” deyiverdin?
- Şey!
- Sana diyorum genç! Ne oldu sana ki tatlı canından geçtin? Hem korkmadan da yaptığını söyleyiverdin?
- Efendim doğrusu; benim de suçumu kabullenecek bir cesaretim yoktu. Behlül’ü darağacına çıkardıklarında ensemde beni kapmaya hazır korkunç bir ejderha gördüm. Benzerini hiçbir yerde görmemiştim. Ağzını açmış, ateş püskürmekteydi. Bana lisan-ı hâl ile “Çabuk kalk, doğruyu söyle! Yoksa işin bitiktir! Şimdi kanını emer, ebedî olarak içine girer, yerleşirim. Korkunç bir azap içinde kıvranır kalırsın. Bu âlemde hiçbir kimsecik de feryadına erişemez! Derdine derman olamaz! Ya öldürürüm, ya da süründürürüm!” dedi. Onun korkusundan yerimden fırlayıp suçumu, şüphe götürmeyecek şekilde söyledim, kurtuldum.
- !!!
Vali, bunun üzerine bana döndü:
- Ya sen Behlül! Darağacına çekileceğin vakit ne dedin, ne düşündün?
Doğrusu böyle bir suâl beklemiyordum. Mülkî amirden böyle bir talep gelince mecbur kaldım. Ben de çok korktuğumu, suçsuz yere asılıp gideceğimi ve son çare yaptığım duâlarımı izah edip anlattım:
- Efendim! Canımdan ümidimi kesmek üzereydim. Günahlarım, hata ve kusurlarım yüzünden; ne sayarsanız sayın, bu acıyı tatmak için Bağdat’tan buraya getirildiğimi, hepten helâk olmak üzere bulunduğumu anladım. Başımı kaldırıp Rabbime sığındım.
DEVAMI YARIN