Vezir; “Efendim mübarek olsun. Behlül’ü gökte arıyordunuz yerde, hatta yanınızda buldunuz, işte Meczup Behlül” dedi...
O anda elimden gelene sarıldım. İstiğfara devam ettim ağlayarak. Tam bu sırada kalabalığın arasından temiz giyimli bir genç ayağa kalktı.
“Durun! Durun! O zavallı suçsuzdur! Kâtil benim! Adamı ben öldürdüm! Kısasa kısas yapılacak şahısım! O değil benim öldürülmem lazım! Bu kadar yükü taşıyamayacağım! Bir tek boynuma iki kanı birden alamayacağım!” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Bu açık itiraf karşısında yapılacak başka bir şey kalmamıştı. Hemen beni darağacından indirdiler. İş biraz daha çetrefilleşince, o “kâtil benim, beni asın…” diye feryat eden itirafçıyla beraber valinin huzuruna çıkardılar. Yanında veziri birkaç da makam ve vazifelerini bilemediğim zevat da vardı. Basra valisi Behlül ismini duymuş ne zamandan beridir de beni görmek istiyormuş. Suçlu olarak karşılarına çıkınca valinin bu niyetini bilen veziri heyecanlandı. Meğer beni tanıyormuş, elinde olmadan ayağa kalktı hürmet gösterdi. Bu duruma şaşıran vali;
“Ne oluyor vezirim? Ne zamandan beri katilleri ayakta karşılar oldun?” dedi, kızdı haklı olarak. Sonra dikkatlice hem bizlerin hem de kendi adamının yüzüne baktı. Vezir kulağına eğildi; “Aradığınız Behlül ayağına gelmiş Efendim…” deyince o da gayr-i ihtiyari ayağa kalktı. Zaptiyeler de bu işe bir mânâ veremiyor olmalılardı ki o ceberut hâllerinden eser kalmamıştı.
Valinin meseleyi tam anlamadığını düşünen Vezir;
“Efendim mübarek olsun. Behlül’ü gökte arıyordunuz yerde, hatta yanınızda buldunuz, işte Meczup Behlül” dedi, beni gösterdi işaret parmağıyla. Daha önce hırsından kızan Vali, bu sefer keyiflenerek yerinden doğruldu, yanıma geldi.
“Kusurumuza bakma Efendim, sizi böyle mi karşılayacaktım?” dedi, başımı, yüzümü, ellerimi öptü. Yüksek iltifat ve özür dilemelerle elimden tuttu, makamına götürdü, yanındaki kaz tüyü minderlerden birine oturttu.
Muhakeme, ehemmiyetine binaen hiç ara verilmeden devam etti. Katille maktulün ahvalini, sonra da benim bu işe nasıl dâhil edildiğimi tek tek anlatıverdiler.
Basra valisi duyduklarına inanamıyordu. Aldatıldığına ve bu yüzden de yanlış karar verdiğine mahcup olmuş ve hatta pek öfkelenmişti. O kızgınlıkla emir verdi:
“Derhal bu katilin cezasını verin, müstahak olanını yapın! Sonra sizlerle de görüşeceğim!” diye emir verdi, tehdit de etti. Nereden ve neden icap ettiyse içimden bir ses; “Bu hızlı infaz işine rızam yok de!” diye haykırıyordu. Aynı zamanda benim ipten dönmeme sebep olan ve o kadar insanın içinde mertçe suçu üzerine alan gencin ziyan olmasını istemiyordum. Gayr-i ihtiyari Vali Efendiye döndüm. Bir şey söyleyeceğimi anlamış olmalı ki:
- Söyle Efendim! Bir arzunuz mu var?" dedi. Ben de içimden geçenleri sıraladım:
- Efendim! Harun Reşid Sultan’ıma diyebileceklerimi size de arz etmek istiyorum…
- Çekinmeden söyle, deyince de rahatladım ve kalbime gelenleri tek tek söyledim:
- Ey gazi Vali'm! Kalbimin yanışına hürmetin varsa, sakın onun kanını dökmeyin!
DEVAMI YARIN