Uyku mu? Ne gezer. Sadece derin uyuyormuş gibi numaradan hareketsiz kaldı. Sabah erkenden biraz hâlsiz kalkınca, her yerde kol gezen gribe yakalanmamak için yerinde kalmayı tercih etti. Cana gelmek, kuvvet toplamak için portakal sulu kahvaltı ettikten sonra ders verdikleri yere geçti. Bu ayın başında eline aldığı “Nur-ül-izah”ı okudu biraz, sonra her okuyuşunda pek rahatladığı, Süleyman Çelebi’nin “Mevlid-i Nebevi”sini; kendi duyacağı sesle, yanık bir makamla söyledi, ağladı. Gözlerinden gelen yaşa mâni olamıyordu. Ne acıydı aman Allah’ım! Tam bitirmişti ki arkadaşları etrafını sardı. İzmirli Osman:
- Bu ne hâl Lütfü? İki gündür ortalıkta görünmüyorsun. Vakit namazlarını da kıldırmamışsın! Mustafa Hocamız da merak etti. Kursa kadar geldi. Seni derin uykuda görünce; “Uyandırmayın!” dedi, gitti.
- Öyle mi? Hocama karşı ayıp oldu!
- Hâlin hâl değil! Ne oldu, kim ne dedi? Dövdüler mi, sövdüler mi? Söyle hâdlerini bildirelim! Ne güne burada duruyoruz?
- Susun çocuklar! Ne dövmesi? Nereden çıkarıyorsunuz böyle lakırtıları?
- Nereden olacak? O subayla keyifli gittin, sonra perperişan döndün! Ne kimseyle konuşuyor, ne de ortalıkta görünüyorsun! Şimdi de iki gözün iki çeşme ağlarken bulduk! Biz endişelenmeyelim de kim endişelensin?
- Beni merak etmenize pek memnun oldum da…
- Dahası da ne? Lütfen açık söyle!
- Çocuklarımdan biri vefat etmiş!
- !!!
Bu kelimenin üzerine kimse bir şey diyemedi. İzmirli Osman koluna girdi.
- Hadi biraz dolaşalım Lütfü.
- !!!
Bir açık hava kahvesinde iki bardak çay içtiler. Sümbül Efendi’ye uğradı duâ etti, havadan, sudan konuştular. Kursa döndüklerinde Mustafa Sak Hoca onları bekliyordu. Çocuklar anlatmışlar olup bitenleri. Hiç o mevzuya girmeden:
- Uzun zamandır aklımda olan şeyi açıklamak istiyorum arkadaşlar;
- !!!
- Çok düşündüm, senelerdir de tecrübe ettim. Burada öğrendiklerinizi eğer hakiki mekânlarda tatbik edemezseniz mesleğinizde muvaffak olamazsınız. Bu sonbahar serinliği, yağmurlar da iyi oldu, kaç gündür kendimi eve hapsetmiştim. Bu arada rahat düşünebilmeye de fırsat buldum. Gelen telgrafları, mektupları inceledim ve de araştırdım. Beni eve hapseden soğuk sayesinde renkli ve eğlenceli bir gün geçirip bu sabaha kıyasla yeni bir şeyler öğrenmiş olduğumu düşününce günümü artıda ve kendime değer katmış olarak bitirdiğimi sanıyorum.
- Ne saadet Hocam…
- Asıl saadet; gideceğiniz yerlerden iyi haberlerle dönmenizdir Hafız Lütfü. Seni Edirne’nin Pehlivanköy kasabasına Ramazan-ı şerif imam-hatibi olarak verdim. Bugün hazırlığını yap, yanına da birini al, yarından tezi yok git, yerini bul, yerleş ve vazifeni tam yap. Hadi hayırlı olsun.
- Emrin olur hocam!
- Estağfirullah Hafız Lütfü! Emir değil, vazife…
- !!!
DEVAMI YARIN