Düşündüğüm gibi de yaptım... Çünkü çok hak etmişlerdi. Hep kendi meselelerini mühimsiyorlar ama herkesin derdinin olabileceğini hesaba katmıyorlardı. Dünyada her şeyin ahiri yani sonu geliyordu da kötülerin asla… Hatta gittikçe çoğalıyorlardı da.
Bunlardan, açıkça ateist geçinen, hatta bu inançsızlığıyla, bir maharetmiş gibi iftihar eden biri karşımda otururken, elindeki bir kâğıdı katladı, evirdi, çevirdi kısa zaman içinde oyuncak bir uçak yaptı. Bir an göz göze geldiğimde işaret ederek, yaptığı kâğıttan uçağı bana doğru uçurmasını söyledim. Bir şey demeden istediğimi yaptı, hemen fırlattı. Kâğıttan uçak süzülerek gelip kucağıma düştü, elime aldım:
- Bunu kim yaptı?
- Dalga mı geçiyorsun Jale? Gördün ya!
- Yani, basit kâğıt parçası olsa da bir ustası var! Değil mi?..
Bir müddet bana dik dik bakan ateist genç, sualime hayret etmiş olmalı ki:
- Tabii ki var, o da ben!
- Bu çeşitten basit oyuncaklar kendiliğinden olamaz mı?..
Yine hemen cevap vermedi. Bu sefer iyice kızmış olmalıydı, sağa sola başını çevirdi, oldukça sertçe:
- Söylediğine bak! Kız sen iyi misin?
- Sadece sordum!
- Olmaz öyle şey! Salak mısın nesin? Bu saçma soruları boşuna sormuyorsun herhâlde!..
Hemen cevap vermedim ama yüzündeki ifadeyi görmeniz lazımdı. Öyle tiksinerek aşağılayıcı, nefret dolu gözlerle ve de sözlerle linç etmek istiyordu ki beni. Bu sahne ancak yaşanırdı, anlatılması kolay değildi. En sonunda daha fazla tahammül edemedi, nefretini kustu, çocuk gibi azarladı. Buna rağmen sükûnetimi muhafaza edip kötü bir şey demedim. Zaten bu hareketleriyle açık veriyor, yanlışa düşüyordu. Beklediğim fırsat elime geçmişti, bu sefer de ben ona:
- Ya dünya uçağı? Dedim, yine hayret ve öfke dolu gözlerle baktı.
- Öyle bir uçak mı varmış? Ne demek istiyorsun açık konuş Jale? Çıkar ağzındaki baklayı!
- O zaman çıkarayım! Uçsuz bucaksız Kâinat boşluğunda durmadan, hem de milyarlarca senedir aynı hızla ve aynı yörüngede uçan, “Yerküre” isimli uçaktan bahsediyorum… Onun sahibi, senin ifadenle ustası yok mu?..
Lâl olmuş gibiydi! Sadece boş gözlerle baktı, “Hım” dedi, derin düşüncelere daldı ya da bana öyle geldi.
Bu mini test büyük iş yapmış, aklımı başıma getirmişti.
Nasıl mı?
Her şeyden önce bana dost olanlarla olmayanları tanıtmıştı. Basit bir sual sormam bile ortalığı ateşe vermeye yetmiş, çevremdekilerin hakiki çehrelerini, kara yüzlerini görmeme vesile olmuştu. Oysa biz onlarla kaç senedir beraberdik? Yediklerimiz içtiklerimiz ayrı gitmezdi. Ne oldu da bir sual yüzünden deliye döndüler birden? Üstelik ben yine aynı Jale’ydim. Yani hâlâ aynı tip giyiniyordum, saç tarzım aynı, aynı makyajımı yapıyordum; anlayacağınız fiziki hiçbir değişikliğim yoktu henüz. Sadece “Niçin keyfimizi kaçıracak böyle şeylere kafamı yorarmışım?” endişelerinden kaynaklanıyormuş bu şiddetli tavır koymaları. DEVAMI YARIN