"Bugün bir çizik daha attım defterime ‘yine yoksun’ diye"

Sesli Dinle
A -
A +

“Aylin, artık hiç bu dünyaya gelmemiş gibisin, artık yoksun, nefes alıp vermiyorsun, gelmiyor gitmiyorsun, istesen de gelemeyeceksin Aylin'im! Gittiğin yerde rahat ve memnunsun ki sesin soluğun da çıkmıyor! Hastalığından tam ve sonsuza dek şifa buldun, ağrıların da dindi, sana eza cefa edenler de artık ortalıkta görünmüyor, galiba tarumar oldular… Sana kalmayan dünya onlara mı kalacaktı?” deyip ağladım.

 

Fotoğrafların üzerine gözyaşlarım damlayınca “Jale bu kadar da fazla oluyor...” dedim, hatıralarımı yazdığım kalın defterimi aldım.

 

“Bugün bir çizik daha attım defterime; ‘yine yoksun’ diye… Sayfalar doluyor, güneş bütün kuvvetiyle siliyor her yeni günle karanlığı ama sen gelmiyorsun hâlâ. Sessiz, hissiz, şuursuz bir boşluk gibi, kör, sağır yahut ölü gibi... Beni hiç duymuyorsun, duyamıyorsun Aylin!”

 

“Biz seninle bir rol üstlenmiştik bu DÜNYA HAYATI filminde. Sahneler tek tek çekiliyor. En sondayım… Hikâyenin sonunda, sanki diğer bütün karakterler gitmiş de bir ben kalmışım ve çıplakmışım gibi... Bir duvarın köşesine sinmiş, şekli şemaili gözyaşlarından silinmiş, okunamaz hâle gelmiş bir kadın karakterim... Başrol vermişler bana ama mutlu sonla bitmiyormuş bu film ve hikâyesi. Boş sokaklarda, yağan yağmurun altında minik çakıl taşlarını tekmeleyip esen rüzgâra kızan, gözyaşından kendine bir deniz yapıp o denizde boğulan kadın benim... Bilmiyorsun Aylin!”

 

Hatıra defterimin son cümlesini de şöyle yazdım, kapattım:

 

“Anlaşıldı, hakikaten yoksun ve gelmiyorsun, hiç gelmeyeceksin de! Sen gelmezsen biz geleceğiz, bekle!”

 

     ***

 

Titrek sesli birinin, uzaktan uzağa sesini duyunca kendimden geçtim. “Sanki Aylin mezarından sesleniyor...” diye söylendim. Güneş, ta tepemize kadar yükselmiş, gökyüzündeki beyaz bulutçuklar, sigara dumanı gibi sağa sola savrulmuştu. Nar kürenin, lacivert denizdeki aksi yakamozlar, göz kamaştırıyordu. Gittikçe hava daha ziyade ısınıyordu veya bana öyle geliyordu.

 

Herkes mi öyleydi yoksa yalnız ben miydim böyle kafası karmakarışık olan? Hatıralarımın destanlaştığı evimi, bana ait odamın hasretini çekiyordum. Çok istesem de baba ocağından, bilhassa anneciğimden kopamıyordum, her ne hikmetse zihnim hep onlarla meşguldü. Anne evlat arasındaki bu gizli ve oldukça kuvvetli bağ kolay kolay zayıflatılacak gibi değildi. Kendimi zorlayarak; önceki pek mesut ve bahtiyar olabildiğim anlarıma gittim. Tanju’ya âşık olmam hayatımın akışını değiştirmişti. “Adamda ne varsa mıknatıs gibi beni çekti, çevirdi!” dedim, o günleri yaşadım. Elimde olmadan dudaklarıma acı bir tebessüm yayılıyordu. Can kardeşimin vefatından sonra belki de ilk defa bu hissiyatı yaşıyordum…

 

Aylin aklıma gelince yüzüm de rengim de hepten değişiyordu. Onun çektiklerini kolay kolay unutamayacaktım. Bazıları diyecektir ki “Kendi etmiş, kendi bulmuş…” Haklı gibi görünseler de genç bir kızın bazı zaaflarından faydalanarak ona hepten tuzak kurmak, hayatını karartmak da olacak şey değildi! DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.