"Bunları rüyalarımızda görsek inanmazdık Hocam..."

A -
A +
Babam kapıyı açıp içeri girince anacığım “Hafız nerede?” deyip öyle bir bağırdı ki, babacığım da donakaldı. 
 
Ey bulutlar Aha’ya anacığıma, kardeşlerime, bütün Emingil’e, konu komşu, ahbaplarıma kucak dolusu selam götürün. Şimdilik sizinle gelmeyeceğim çünkü sıkıntılarımdan haz almaya başladım galiba. Sonsuzluğu kucaklamak ister gibi kollarımı boşluğa uzatırken, ruhumun huzur ve saadetten uçup gideceğini zannediyordum. Böylesine mesut ve mutluluk içimde dalgalanıp dururken hüngür hüngür ağlamak istiyorum ve; Rabb’im binlerce hamd ve şükür olsun. Buraya kadar kazasız belasız geldim. Yeteri kadar tefekkür ve istirahat etmiştim. “Bismillah” çektim, tahta oluktan akan serin sudan kana kana içtim. Küçük azık torbamı aldım, yürüdüm. Önümdeki adama nasıl olsa ulaşacağımı tahmin ediyordum. Beni sağlıklı, huzurlu var ettiğin için binlerce hamdolsun Allah’ım…” deyip yeniden yola koyuluyorum Verintap’a doğru. Kanlı yokuşa varmadan yetiştim. Ayak patırtılarıma geri dönen kim olsa iyi? Otuz beş gün önce Kızlarkale köyünde Ramazan-ı şerif seyahatine çıkmak üzere ayrıldığımız babacığım değil mi? Koştum. Arkadan ayak patırtılarıma dönüp beni görünce; “Ola oğul sen misin? Ben de hep ‘Bu uşak ne yaptı, nerelerde kaldı, şimdi ne durumda?’ diye düşünüyordum…” dedi, boynuma sarıldı. Ben de ellerine yapıştım öptüm, öptüm…
Baba oğul hasretinin ne demek olduğunu yaşayan bilir. Bu Verintap yolları dile gelseydi de anlatabilseydi.
- Amma da tesadüf! Çok büyük bir hadise Hocam.
- Biz bunlara tesadüf demiyoruz, tevâfuk, tevâfuk… Bir hikmeti varmış mutlaka sadece biz bilemiyoruz Hafız Efendi.
- Rüyalarımızda görsek inanmazdık Hocam. Rabb’im dileyince olmazlar oluyor.
- Aynen öyle Hafız Efendi. Çok yorulmuştuk, Verintap’ta yine mola verdik. Bu sefer Molla Ahmedlerde misafir kaldık. Babacığımın işi düştüğünde her köyde gönül rahatlığıyla kapısını çaldığı konak sahipleri vardı.
- Bizlerin de var. Yoksa bir yerden bir yere nasıl gidip geliriz?
- Öyle! Ertesi günü Aha’ya vardığımızda babacığım; “Hafız Lütfü sen dışarıda kal, ben içeriye yalnız gireyim, bakalım anacığın ne yapacak?” dedi. Öyle yaptık. Babam kapıyı açıp içeri girince anacığım “Hafız nerede?” deyip öyle bir bağırdı ki, babacığım da donakaldı. Yine “bayılır mayılır” korkusuyla hemen saklandığım yerden çıktım gidip anacığımın eline sarıldım. O günü hiç unutamıyorum.
- Unutulacak gibi değil! Maşallah Hocam, en detaylı bir şekilde her şeyi hatırlıyorsunuz. Biz daha dünkü yediğimiz yemeği unutuyoruz.
- Mühimsemediğinizden unutuyorsunuz Hafız Efendi. Yemek, sıradan bir iş. Benimkisi hayatımın en mühim dönüm noktalarından biri. Hem gencim ve hem de korkuyordum. Her ikisinin bir arada bulunduğu hatıralar kolay kolay unutulmaz. Diğer bir ifadeyle iz bırakan çok korktuklarımız veya çok sevindiğimiz hatıralarımız unutulmuyor.
- Öyledir Hocam! Çocukken yayladan göçlerimizi indiriyorduk; meşeyi geçip çaya indiğimizde arabamızı devirdik, yağ çemberlileri, peynir tulukları suya döküldü. Ne sıkıntı çekmiştik ailecek? Her daim Şeytan Değirmeni’ne inince o günü daha dün gibi hatırlar, aynı heyecanı yaşarım. Tabii babacığımı anacığımı da yeniden yâd ederim. DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.