"Dostların içindesin. Hatıraların girdabına düşen, güzellikleri abartır, çirkinlikleri de azaltırmış. Sen de öylesin Hocam..."
- Eskiden, daha hoca kapımızı tıklatmadan haftalar önce başlardı telaş, yaklaştıkça ziyaretler; hocalarımızı görme heyecanıyla sultanlara yaraşır hazırlıklar yapılırdı. Ya şimdi… Bunların hangisi var?
- İlahi emir öyle Çavuşum! Asr-ı saadetten uzaklaştıkça; her asır bozuluyor! Bunun böyle olacağı, bozulmanın kıyamete kadar devam edeceği, hadîs-i şerîflerde bildirildi!..
- Dostların içindesin. Hatıraların girdabına düşen, güzellikleri abartır, çirkinlikleri de azaltırmış. Sen de öylesin Hocam.
- Böyle demen; hüsn-ü zan sahibi olduğuna delalettir Çavuşum. Bu da hep arzu edilen, üstün bir meziyettir. Yaş ilerleyip tecrübeler arttıkça daha farklı pencereler aralanıyor insanın görüş ufkunda.
- Daha yaşın ne ki Hocam? Ben senin gördüklerinin hepsini gördüm, hatta daha fazlasını müşahede etmişimdir. Fakat akranların; benim gördüklerimin, yaşadıklarımın hiçbirini ne gördü, ne de yaşadı! Sizin ilminiz, bizim de tecrübelerimiz var.
- Haklısınız, tecrübe gibisi var mı?
- Mütevazılık yapma Hocam! İlim gibisi kolay ele geçmez, kazanılması zor, paha biçilmez mücevherdir. Harcadıkça artan tek sermaye…
Lütfü Hoca, az ama manidar bir sohbet yapmıştı. Söylediklerinde haklıydı. Mevzu bittiğinden mi ne bir müddet sustular. Herkes müsaade isteyerek ayrılırken, ev sahibiyle Lütfü Hoca da kapı önünde taze karları seyrediyorlardı.
Dolunay iyice alçalmış, mor tülden gölgeler uzadıkça uzamıştı. Lapa lapa kar dinmiş, ferahlatıcı, serin bir rüzgâr dolanmaya başlamıştı dışarıda. Gözlerini sokakta boydan boya gezdirdiğini gören Lütfü Hoca;
- Buralar bile eskisi gibi değil artık değil mi Yunus Çavuş?
- Eskiden nasıldı?
- Eski derken; ben burada yeniyim malumunuz, bütün sokakları, meydanları kastediyorum. Aha köyümüzde, İd’de, Hoşov’da da… Nereye gidersen git aynı Erzurum gibi büyük şehirlerde daha bariz ortaya çıkıyor. Eskiden müezzin efendiler minareye, ya da cami-i şerifin damına çıktıklarında bütün ayağı tutanlar camilere, hanımlar ve çocuklar evlerine çekilir, namazlarını kılardı. Ondan daha mühim işleri olmazdı. Ezan sesini duymaz olduk neredeyse!
- Bir ecdat sözümüz şöyle diyor: “Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmazmış…” Biz gayet rahat duyuyoruz Hocam!
- Yani şunu demek istiyorum; Caminin damından görüyorum, bakıyorum ihtiyarların dışında “önce namaz” diyenlerimiz gittikçe azalıyor. Bu kabahat da sizin değil Yunus Çavuş önce bizim, yani imamların.
- Hocam, siz elinizden geleni yapıyorsunuz. İsteyene hafızlık, isteyene medresede ders veriyorsunuz. Bundan sonrası bize kalıyor. Gevşedik galiba...
- Bir eksikliğimiz var Çavuşum. Eskiden bizim köy Aha’da ezan okunur okunmaz herkes evine çekildiğinde sokaklar da kendi içine çekilir, bir sessizlik oluşurdu. Ama öyle sair günlerdeki gibi ürkütücü sessizlik değil, bir huşu, bir tefekkür sessizliği… DEVAMI YARIN