Lütfü Hoca:
-Tangur tungur gittik gittik… Zamanın bu kadar uzun olduğunu, bitmek nedir bilmediğini o gece iliklerime kadar yaşadım. Ben; “Peşimizden ha geldi, ha gelecekler, bizi kesecekler, bizi kesecekler!” diye yanıp tutuşuyordum, iki gözüm iki çeşme…
Epey zaman geçmişti ki derinden bir ezan sesi geldi. Babam dedi ki: “Oğul yakında bir Müslüman köyü var. Bak ezan-ı Muhammedi sesi geliyor. O sese doğru gidelim.” Üstümüzden ağırlığın hafiflediğini hissediyordum. Bütün dikkatimle öndeki arabamızı takip ediyordum. Nihayet ormanın bir ucundan küçük bir köye çıktık. Arabalarımızı cami-i şerifin yanına çektik. Gidecek bir yerimiz yoktu. Babamla birlikte alelacele çeşmeden abdest aldık, namazımızı kıldık, elhamdülillah! Bu arada cemaat de camiden çıkmaya başladı. Bizi böyle, bu saatte perperişan karşılarında görünce köylüler, pek şaşırdılar:
“Hayırdır! Böyle, bu vakitte nereden gelirsiniz? Kimsiniz, necisiniz?” diye soru yağmuruna tuttular haklı olarak. Babacığım da olup bitenleri tek tek anlattı.
“Vah vah! Hocam iyi kurtarmışsınız! Oraya girip de sağ çıkan olmadı şimdiye kadar! Onlara; “dönekler” denir! Yani anlayacağınız daha düne kadar kızıl kiliseleri vardı. Çan sesleri buradan duyulurdu. Onlar “Ermeni” anlayacağınız. Güya Müslüman olmuşlar! Hiç alakaları yok! Ne camileri var, ne öğrenme dertleri. Eski tas, eski hamam. Sorsanız her birinin Müslüman adı var, o kadar…”
Bize çok acıdılar, iltifat ettiler karnımızı doyurdular. İki arabamızdan birine birkaç tomruk attılar, “Tahta biçtirin kendi ambarınızı kendiniz yapın...” dediler, diğer arabamız da “boş gitmesin” diye yakacak odunla doldurdular, urganlarla bağladılar. Yol azığı yaptırıp bir iki genci bize refakatçi verdiler. Onlar da önümüze düştü. İd’e gidebileceğimiz yola çıkarttı, yolumuzu tarif etti, müsaade isteyerek geri döndüler…
- Nefesimiz kesildi hocam bu ne iştir ya? Peki karakola gidip şikâyet etmediniz mi?
- Etmez olur mu? Babacığım ertesi günü gidip karakolda her şeyi anlatıyor. Komutan da: “Hocam sana, silahlı iki jandarma vereyim, git o Ermenilere verdiklerini geri al gel…”
- Eee netice?
- Neticede Babam: “Komutan Bey; ben bir daha o zalimlerin suratını görmek istemiyorum! Ne giderim, ne de asker evlatlarımı oraya kadar yorarım… Sadece ‘haberiniz olsun memleketin ahvalinden...’ diye malumat verdim…” deyip gitmedi. Ömrümde böyle bir korku, acı yaşamamıştım. Her aklıma geldiğinde içim yanar, bir tuhaf olurum.
- Hocam, nasıl korkmazsınız? Biz bile dinlerken tüylerimiz diken diken oldu, fenalık geçirdik. Ah bizim haberimiz olsaydı da onlar bacadayken arkalarından çevirseydik. Çevirseydik de masum bir çocukla, ağzı duâlı bir hocaya zulmetmenin ne demek olduğunu gösterseydik onlara! Ah! Ah!
DEVAMI YARIN