"Bütün tecvid kaidelerini sayabilirim Müftü Bey!.."

A -
A +
Ben içeri girince önce en zor yerden ezber okumamı istedi Müftü. Onlara göre zor sandıkları yerler bile bana kolay geliyordu..."
 
İmtihan sonrasını şöyle anlattı Lütfü Hoca:
-O kısmı iyi hatırlıyorum. Sanki gözümün önünde bir el dört parmağını açarak gösterdi, birden kayboldu. Kalbim ferahlamıştı. “Şeriatın kaynakları” derken “EDİLLE-İ ŞERİYYEYİ” sorduklarından şüphem kalmamıştı. Yine mübarek hocam imdadıma yetişmişti.
Dinimizde delil sadece Kur’ân-ı kerîm değildi. Dört delil vardı, bunlar;
1- Kitab. 2- Sünnet. 3- İcma. (Âlimlerin söz birliği) 4- Kıyas-ı fukaha. (Fıkıh âlimlerinin ictihadı.)
Suali bu şekilde cevapladım, kâğıdımı verdim çıktım. O yüksek hocalarımın, o mübarek insanların hakkını nasıl ödeyecektim?
Sadık bir talebe olmanın bereketlerini her işimizde rahat görmemiz mümkündü. Merhum hocamız, “Birbirinizi sevin, birbirinizle iyi geçinin, aranıza fitne girmesin! Tarih boyunca cemiyetler, milletler hep içeriden yıkılmıştır. Fitne içeriden olur. Fitneye sebep olacak bir söz söyleyene, gıybet edene, ‘Sus!’ diyen yüz şehit sevabı alır” buyurmuştu. Onun için, biz haklı olduğumuzu düşünsek de, “Sen haklısın” diyerek lafı kesmeyi tercih ediyorduk hep…
            ***
Öğle namazını müteakiben yüz yüze mülakat başladı. İmtihandan çıkanlara “Nasıl geçtiğini, ne çeşit sualler sorduklarını?” sorduğumuzda aldığımız cevap umumiyetle: “Hutbe, kısa bir aşır okutturduklarını, Cenaze namazı veya vakit namazlarından birini kıldırdıklarını, kimine ikamet, kimine ezan okutturduklarını...” öğrenmiştik.
Ben içeri girince önce en zor yerden ezber okumamı istedi Müftü. Onlara göre zor sandıkları yerler bile bana kolay geliyordu. Birkaç âyet-i kerime okumuştum ki hiçbir tecvid kaidesine uymayan bir yeri bana; “Ne tecvid olur?” diye sual edince önce şaşırdım. Çünkü hiç karşılaşmadığım bir şeydi. Maksadın, beni köşeye sıkıştırmak, jürinin karşısında mahcup edip hepten bitirmek olduğu aşikâre anlaşılsa da mühimsemiyordum. Haklı olduğuna delil arıyordu belli ki; “La havle” çektim, kendimi toparladım.
- Müftü Bey, bir daha tekrar eder misiniz? Mevzuyu tam anlamadım! diye suali tekrar edince daha bir ses tonunu yükselterek;
- İyi dinle! Sana, “TEFTEU’da hangi tecvid kaidesi var? diye soruyorum.
Burada hiçbir tecvid kaidesinin olmadığını biliyorum ama acaba bilmediğim bir şey mi vardı diye içimden alıp verirken;
- Burada tecvid kaidesi yok, yazıldığı gibi okunur.
- Emin misin?
- İstersen bütün tecvid kaidelerini sayayım Müftü Bey! Ne söylediğimden eminim! Sayayım mı?
Bu konuşmalara murakıpların bıyık altından güldüklerini görünce cesaretim daha da arttı.
- Cenaze duâsı okur musun? dedi yeniden!
- Okurum, zenneler için, çocuklar için de okuyayım mı? diye sordum Ankara’dan geldiklerini öğrendiğimiz murakıplar; “Tamam Hocaefendi mevzu anlaşıldı, çıkabilirsin!” deyince çıktım. Bir abdest tazeleme vakti geçip geçmemişti ki yazılı ve mülakat neticeleri ilân edildi.
Seksen yedi puanla imtihanın birincisi olmuş, köyümün kadrosunu almıştım, elhamdülillah… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.