Komşu kadın:
- Ne biçim insanlar bunlar? Allah Allah! Hadi gel de sinirlenme! Peki ona karşı koyan bu buğday benizli genç de kimdi?
- Dün bir yere gidiyordum, dışarı çıktım taksi araştırırken gördüm, durdurdum bindim, beni götürdü getirdi. Daha fazla malumatım yok hakkında.
- Ölümüne mücadele etti ama!
- Sarhoş adamın elinde hançeri görünce heyecanla üzerine atıldı. Doğrusu o olmasaydı belki burada konuşmayacaktım.
- Geçmiş olsun! Çok büyük bir tehlike atlatmışsın. Komşum, beyin nerelerde? Uzun zamandır birlikte görmedik. Sizleri yan yana görünce hep “maşallah” diyordum biliyor musun? Çok yakıştırıyorduk. Epeydir ortalıkta yok.
- Sormayın, çalıştığı firma uzun bir eğitime göndermiş.
- Demek sarhoş adam bu yalnızlığını biliyor. Fırsattan faydalanmaya çalıştı. Büyük şehirlerin de böyle sıkıntıları oluyor işte.
- Dünyanın her türlü hâli var. Rahat yok ki...
Ayaküstü konuşma bitecek gibi değildi. İçeri davet ettim. “Komşular içeri buyurun, bir kahvemi için…” Kiminin işi varmış müsaade istedi ayrıldı. Beş altı komşumuz da içeri girdi. Oturduk sağdan soldan, memleket meselelerinden ve bilhassa toplumun dejenerasyona uğradığından dem vurduk. Sık sık selâmlaştığımız tahminime göre annemin yaşında bir teyze üzüntülüydü sanki bir şeyler diyecekti de diyemiyordu. Kahve fincanını alınca sessizce “Sizi çok seviyorum hep hanım hanımcıksınız. Mahallemizin numune hanımefendisi olarak gördüm. İyi ki evimi şereflendirdin…” dedim. O da sadece tebessüm etti, hafifçe elime dokundu muhabbetle. İlk yakın kontağımız böyle başladı Zehra Ablayla.
Herkes müsaade isteyip çıktı. Baktım Zehra Abla ağırdan alıyor, en sona kalınca “İstersen, kimselere sözün yoksa biraz daha otur Zehra Abla…” dedim o da oturdu.
Komşuların peşi sıra el salladım, kapıyı örttüm, içeri girdim. Yeniden “Hoş gelmişsiniz, evimizi şereflendirmişsiniz…” dedim iltifat ettim.
- Şehir hayatında komşuluk tam olmuyor. Herkes işten yorgun argın geliyor. Akşam yemeği, çocukların ödevleri, yarına hazırlanma telâşı derken gece yetmiyor. Sabah yine aynı koşuşturma, dur durak bilmeden devam ediyoruz.
- Çok haklısınız güzel kızım lakin iyi insanlarla irtibat kurmak mecburiyetimiz de var. Tek başımıza yaşamıyoruz ki… Senin hâlini görünce çok üzüldüm, kendi evladıma yapılmış gibi oturdum ağladım. Böyle hayat mı olurmuş evladım?
- Çok hata yaptım şimdiye kadar, inkâr etmiyorum.
- Hatasız kul mu var bu dünyada a evladım? Hepimiz dökülüyoruz. Yaşadıklarımızdan ders almalıyız. Hani TECRÜBE için derler ya: “Hatalarımın bileşkesidir” diye. Kusur ve kabahatler anlaşılınca da kangren olmuş uzuvları kestirip atmak lazım güzel evladım!
- Mutlaka ders aldıklarım oldu, almaya vakit bulamadıklarım da… Kendimi müdafaa etmeyeyim de arkadaşlardan duyduklarım doğruysa muzaffer olduklarım da varmış. Hepten sıfırı tüketmiş sayılmazmışım.
- Öyle diyorsanız aksini iddia edemem. DEVAMI YARIN