Büyüklerimiz hep buyururlardı: “Seversen sevilirsin!..”

A -
A +
"Sende olan ilimler kimselerde yok. İbrahim’deki heves de kimselerde yok..."
 
Zamanında har vurup harman savurmuş müsriflerin maddi sıkıntısından daha beter hâle geleceklerini, ruhi sıkıntı içinde olabileceklerini düşünüyor pek üzülüyordu.
Okuyanlar, ilim tahsil edenler her devirde, her yerde baş tacı ediliyor, sevilip sayılıyordu. Dünyadaki farkı bu kadar bariz olan ilmin ya âhiretteki nimetleri neydi? Onları saymaya zaten lüzum yoktu.
Her kuluna her ânda...
Geh kahr u geh ihsânda!
Her ânda O bir şânda!
Mevlâ görelim neyler?
Neylerse güzel eyler…
                ***
Medresenin dışında sohbet ederek yürüyen iki arkadaş, yanık ve içli bir çocuk sesinin aşır okuduğunu duyup kalakaldılar. Kalpleri ürperten bu yanık sesli hafız da kimdi? Dergâhın kapısında Molla Muhammed ve Derviş Osman birbirlerine bakıp duydukları sesten kimin okuduğunu anlamaya çalışıyorlardı ki; Derviş Osman’ın gözlerinin içi güldü. Bir müddet sonra sevinçle:
- Hey dervişim! Bu bizim İbrahim Hakkı! Evet evet onun sesi! Oo! Oo! Canım evladım!
- Çok hoş okuyor derviş Osman maşallah! Çocukları ürkütmeden biraz dinleyelim mi?
- Hı hı... tabii ki!
- Ne güzel! Tecvid kaidelerine de münasip... Maşallah.
- Amcası derdi; “İbrahim’im dört, beş yaşındayken hâfız oldu. Kur’ân-ı kerimi baştan sona kadar hıfzetti, bitirdi. Canım İbrahim’im taa o yaşlarda bile akranlarından farklıydı, hele okuma merakı; sorma... Okumaya susamıştı sanki, hiç doymuyordu. Ne veriyorsak ertesi günü aynını papağan gibi harfiyyen tekrar ediyordu.”
- Zekâsı çok kuvvetliymiş maşallah Mollam.
- Demek amcası işin farkında olmuş, onu boş bırakmamış, tecvit de okutmuş.
- Mükemmel!
- Hasankale’den geldikten sonra ilk defa dinlemiş oldum. Çocuk, hastalıktan gözünü açamadı ki, ne yapmış, ne etmiş sorayım da bileyim. Ölüm kalım derdine düştük! Buna da şükür!
- Kim ne derse desin Derviş Osman; bu mahdumunu pek sevdim.
- Büyüklerimiz hep buyururlardı: “Seversen sevilirsin!”
- Her şey karşılıklı elbette.
- Bak Molla Muhammed; astronomi, tıp, matematik ilimlerine vâkıfsın! Sende olan ilimler kimselerde yok. İbrahim’deki heves de kimselerde yok. Bu iki istek bir araya geldi. Bu bir tesadüf değil Mollam! Rabbimizin bir lütfu olsa gerek. Evladıma sendekilerin hepsini ver, onu okut!
- Bendekilerin benimle birlikte kabre gitmesini istemem Derviş Osman! Lakin, biz başıboş değiliz! Hocamıza arz edelim! “Olur” buyururlarsa tamam bil!
- Elbette... Ben de destek olurum, elimden geldiğince.
- Hayırlısı...
Geh mu’tî u geh mânî’!
Geh dârr u gehî nâfî’!
Geh hâfid u geh râfî’!
Mevlâ görelim neyler?
Neylerse güzel eyler…
               ***
Bu medreseyi ve dergâhı yaptıranın, inşaat tamamlandıktan sonra gelip bir köşede ilk oturduğunda hissettiğini hayal etmeye çalıştı. Sırtını tahtalara dayadı Derviş Osman. Göz önünde uzanıp giden araziye bakarken “kimler geldi, kimler geçti” diye içinden geçirdi. Olup bitenler, insanı heyecanlandırıyordu. Gözlerini kısarak ta uzaklara, sisler içindeki ufuk hattına baktı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.