“Buyur evimin sultanı” deyince ikimizin de yüz çizgileri değişti

A -
A +

Korkarak geldiğim bu yerde, tarifsiz bir güzellikle karşılaşmıştım. İçimden “Erzurumlu şoför ne kadar haklıymış…” dedim...

 

 

 

 

 

Bazen Tanju’dan ayrılıyor, yürüyüş yolundan çıkıp çiçeklerin arasına giriyordum. Etrafı dikkatlice inceliyor, hata kusur bulmaya çalışıyordum aklımca.

 

Nerede? Baktıkça hayranlığım artıyordu. Bu mini ormanın bazı yerlerine koyu yeşil, bazı yerlerine de açık yeşil hâkimdi. Gözüm ilk bakışta bu yaprak dalgalarından başka bir şey göremiyor, farkında olmadan da dinleniyordum. Kalbimi rahatlattığı gibi bedenim de nasibini alıyordu.

 

Hülasa; gözlerimi yeşil deryasından ayıramıyordum. Kenar mahalledeki gri beton yığınlarından kurtulmuş, paha biçilmez mücevherlerin içine düşmüş, acemi bir kuyumcu gibiydim. Korkarak geldiğim bu yerde, tarifsiz bir güzellikle karşılaşmıştım. İçimden “Erzurumlu şoför ne kadar haklıymış…” dedim, tebessüm ettim.

 

Bulunduğumuz yerden baktığımda ufuk, hep aynı sükûnetle denizle birleşmiş gibiydi. Şiddetli fırtına ve rüzgârlara rağmen yol alan transatlantik gibi zaman ve hadiselerin denizinde kudretli görünüyor, bütün ümitlerin kendisinde toplandığı son sığınaktı seyredene... Velhasıl bu geniş, bakımlı bahçenin yürüdüğümüz her yerinde Tanju’mun vakur ve ihtişamlı çehresini, yumuşak huyunu, kendine has havasını hissediyordum iliklerime kadar.

 

Kuş misali hafiflemiş, büyük ve amansız dertlerimi geride bırakmıştım. Bu huzur beldesinin, saadet yuvasının içinde olmak arzu ve isteğiyle kamelyaya kadar geldik. Peşinde bir ömür koştuğum Tanju, tahta parmaklıkları açıp “Buyur evimin sultanı” deyince ikimizin de yüz çizgileri değişti.

 

Bulunduğum yerden rahat görünen bir liman vardı. Şişmiş ve uçmaya hazır martılar gibi suların keyfine bıraktığı gövdesini, canlı ve heyecanlı kımıldamalarla dalgalar dövüyor, ahenkli hışırtısı ta kamelyada duyuluyordu. Ufka doğru irili ufaklı gemiler, karabataklar gibi denize konmuş, havanın pusu içinde kabarmış, hareketsiz öyle bekleşiyordu. Yükseklerde rüzgârın, aşağıda denizin çalkalandığı ve açık koyu yeşilliğin bezediği bu su ve ağaç bolluğu başka nerede vardı? Burası tabiri caizse yeşilden yalancı Cennetti… Günün ıslak abasını başına çekmiş bir derviş gibi çömelip kayıtsız zikre dalmıştı da ne ses çıkıyor, ne insanı rahatsız eden hareketler görünüyordu. Her tarafa huzur ve tatlı bir sükûnet hâkimdi.

 

Tanju’nun rahatlığını ve de memnuniyetini görünce, ben de bir o kadar keyiflendim, neşeyle doldum ama belli etmemeye çalışıyordum. Sanki ağaçlar dallarıyla, konağın odaları el ele tutuşmuş, tatlı bir tebessümle bizlere; “Hoş gelmişsiniz” diyordu. Nereden aklıma geldiyse ayakkabılarımı çıkardım ahşap kanepenin birine oturdum. İçim bir hoştu, korku ve endişelerimi unutmuştum. “Güm güm” atan yürek çırpıntısından başka hiçbir şeyim kalmamıştı.

 

Yan gözlerle Tanju’yu kontrol ediyordum gayriihtiyari. Yerinde duramıyordu. “Elhamdülillah…” dedim, bu huzurun devam etmesi için duâ ettim içimden ve bütün kalbimle. Ne dediğini anlamasam da o da duâlar mırıldanıyordu kendince. Bugünleri gösteren Rabb’imize defalarca hamd ve şükürler ettim. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.