"Hediyeyi oldukça merak içinde ve nezaketle alan kral, dünyaları fethetmişçesine sevindi. Âdetâ gözlerinin içi gülüyordu..."
Çok değişik memleketlerden, farklı ebat ve şekillerde aletler ortaya çıktı. Mühlet dolunca da sarayda büyük bir heyet karşısında hünerleri sergilendi. Bunlardan biri çok dikkatleri üzerinde toplanmıştı: Bu “ÇALAR SAAT” dedikleri makinenin şöhreti kısa zamanda memleket sınırlarını aştı. Bütün dünya merak eder oldu.
Çok merak ettiklerini duyduğu Avrupa krallarından Fransa Kralı Şarlman'ın Kudüs'ü ziyareti sırasında, Harun Reşid Sultanım, ona emsalsiz hediyeler yolladı. Bunlar içinde yer alan çalar saati görenler şaşakaldılar. Zira zikrolunan bu saatin her saat başı kapakları açılır ve saat adedi kadar kuş çıkıp şakırdar. Saati götüreni merasimle karşılayıp mükemmel bir şekilde de ağırlamış, misafir edip ikramda bulunmuşlar. Gördüklerini, duyduklarını gelip anlatmış tabii Sultan’ımıza:
Hediyeyi oldukça merak içinde ve nezaketle alan kral, dünyaları fethetmişçesine sevindi. Âdetâ gözlerinin içi gülüyordu. Ne yapsa ne etse de heyecanını gizleyemiyordu. Önce 'nereye koyalım?' tartışması çıktı, sonra kralın misafirlerini kabul ettiği, tahtının en gösterişli yerine karar verildi. Burası her bakımdan sarayın altın işlemeli en müstesna, en ehemmiyet verdikleri güzel bir yeriydi. Bu yeni gördükleri, ismini dahi ilk defa duydukları aletin tiktakları, saray ahalisini âdetâ mest etmiş, büyülemişti. Birisi; ‘Bir türlü bitmeyen tiktaklar…’ diye mırıldadı. Vezirler, beyler, paşalar, ileri gelen din ve devlet adamları, bütün ahali yediden yetmişe seferber olmuştu âdeta. Pek uzaktan da olsa onu görmek için saraya gelenleri görünce kral, en üst seviyede emniyet tedbirleri aldı. Önce bir tellal bağırttı. Herkesin bu yeni vakit ölçen cihazı görebileceğini, bunun da zaman alacağını, sıraya girmeleri lazım geldiğini ilân edip duyurdu. Ne izdiham yaşandı, görmek lazımdı. Ziyaretini yapıp dışarı çıkan daha farklı bir şeyler anlattığından dolayı mı ne cemiyet içinde onu görme merakı had safhaya çıkmıştı. Çevre şehirlerden, kasabalardan da akın akın gelenlerin olduğu duyuluyordu… Bizlere bakışları da farklıydı…"
"Gece geç saatlere kadar devam etti bu ziyaret. Saray ahalisi oldukça yorulmuştu. Hepimizin gözlerinden uyku akıyordu. Bir yolunu bulup insanları dışarı çıkardı, kapıları kapadılar. Herkes odasına çekildi derin uykuya dalmıştı… ancak biri öyle horluyordu ki bir vaveyla koptu. Uykunun en derin yerinde sarayın içerlerinden “dan dan... dun dun...” diye alışık olmadıkları bir ses ortalığı çınlatıyordu. Bütün saray ahalisi, bu acayip gürültüleri duyar duymaz önce sesin geldiği yere doğru koşmaya başladı, sonra olup bitenleri anlamaya çalıştılar. 'Sus artık, yeter!' deyip bağıran, ‘Ne olursun dur artık!’ diye yalvaran bile oldu. Baktılar baş edemiyoruz, ya da bizi dinlemiyor diye gelip beni çağırdılar. Gittim, saati susturdum. Bana büyük kahraman gözüyle bakıyorlardı. Hatta; “Aha bu kara kafalı adam; demir hayvanı gıdıklayıp susturdu…’ diyen saray çalışanlarını bile duydum... DEVAMI YARIN