Camdaki ilanı okuyunca Lütfü Hocanın kolları yanına düşüverdi!

A -
A +

"Müracaatlar kapandı. Yarın imtihan var! Bildiğim kadarıyla senin camine beş altı hoca, hafız müracaat etti!.."

 
 
Önceki gördüğünden daha kalabalık ve bir telaşe vardı Müftülüğün önünde. İlk gördüğüne sordu.
- Neyin nesi bu kalabalık? Niçin toplanmışlar?
- Güldürme beni Lütfü Hoca!
- Ne demek güldürme?
- Hakikaten bir şeyden haberin yok mu?
- Ne haberi, ne bir şeyi?
- Yarın imtihan var imtihan! Herkes onun telaşında!
- Delirtme adamı Hafız Efendi! Neyin imtihanı, kimin imtihanı?
- Ya Lütfü Hoca bu kadar saf olamazsın! Ya kardeşim, bir aydır şu camda bir yazı asılı görmedin mi?..
Elinden tuttuğu gibi doğru cama götürdü. Orada şunlar yazılıydı: “Narman Kazası, Merkez Aşağı Cami, Beyler Köyü, Şekerli, Sütpınar köyleri camilerine kadro tahsis edilmiştir. İsteyen; vazifeli olsun veya olmasın, Kur’ân-ı kerîm icazeti, ilk mektep diplomasıyla müracaat edebilir…”
Tarih vesaireyi okuyunca Lütfü Hocanın kolları yanına düştü.
- Ya benim hiç haberim olmadı!
- Bir aydır bu ilan burada asılı! Bütün imamlar geldi imtihana girmek için dilekçelerini verdi. Hatta, “Lütfü Hoca niçin ortalıkta görünmez” diye de gözlerim aramadı değil.
- Peki ne olacak şimdi?
- Bilmem! Müracaatlar kapandı. Yarın imtihan var! Bildiğim kadarıyla senin camine beş altı hoca, hafız müracaat etti! Oysa öncelik hakkı sizindi. Yapılacak bir şey yok sanırım! Ama yine de Müftü Beyle bir görüş. İşin bitti Hocam!..
Tam bu esnada Müftü de odasından çıktı. Lütfü Hocayı gördüğü hâlde selâm bile vermeden, hırsla yanlarından vurdu, geçti. Lütfü Hoca; “Müftü Bey! Bir maruzatım var!” dedi, peşinden gittiyse de hiç dönüp yüzüne bakmadı. Çok üzülmüştü bu harekete ama yapacağı bir şey yoktu. Ne olursa olsun durumu anlatması lazım geldiğini, hocası sıkı sıkıya tembihlemişti, ondan da kuvvet alarak peşi sıra yeniden koştu: “Hocam lütfen bir saniye beni dinleyin!” dedi, keyfiyeti anlatmaya çalıştı ama ne mümkün söylediklerini duymuyordu bile. Baktı olmayacak daha hızlandı, önüne geçti. Bu sefer de, “Şimdi karakola, nezarete attırırım! Bir köy imamı önümü kesti derim! Çekil!” deyince çok fena bozuldu, ama sanki Hasan Baba “Söyle, konuş…” diye teşvik ediyordu ha bire:
- Ama hocam! Lütfen bir dakika Allah rızası için dinleyin! Malum, köyüm uzak sık sık İd’e gidip gelemiyorum! İnan duymadım, benim köye kadro çıktığını! Duysaydım hiç bekler miydim? Aslında haber gönderebilirdiniz!
- Emredersiniz hoca efendi! Bak şu edepsizliğe! Beye bir de haber gönderecekmişim! Benim öyle bir vazifem mi var?
- Hayır! Estağfirullah Müftü Bey! Ne haddime! Yani bu mühim meselede bir köylümüze, o da olmadı, PTT müvezzii İbrahim Beye, -bizim hanımdan dolayı akrabamızdır- deseydiniz o, ne eder eder bana haber ulaştırırdı. Olmadı kendi gelirdi. Şimdi ne yapacağım?
- Ne yapacaksın yap! Git köyden pılını pırtını topla rençperliğe dön! Bana ne senin ne yapacağından!
- Ya! Bu kadar mı? deyip öyle kalakaldı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.