"Canım yavrum neyin var senin, kim ne yaptı?.."

A -
A +

Ayakkabısız tabanlarıma batan dikenlere, çakıl taşlarına aldırmıyordum. Saniyeler saat kadar uzamıştı. Sol yanıma inceden bir ağrı girdi.

 

Yanlarına bitkin vardım. Canım evladım yerde acılar içinde kıvranıyordu. Gözyaşları toprağa karışmıştı. Tozlu yüzünde yol yol iz olmuştu. Sol yanının üzerine yatmış, bacağını tutuyordu.

 

“Yavrum, kuzum ne oldu sana?” deyip başını topraktan kaldırdım, bağrıma bastım. Alnına düşen perçeminden öpüp kokladım.

 

- !!!

 

- Canım yavrum neyin var senin? Kim ne yaptı?

 

- Çok acıyor anneciğim çok!

 

- Annen kurban olsun Enes’im!

 

- !!!

 

Nefise Naz da ağlıyordu. Bizim, feryad-ı figan koşuşturmamızı duyanlar, görenler de istirahatlerini bırakıp yanımıza koştu, başımıza toplandılar. Mustafa Enes'imizi yerden kaldırmaya yardım etmeye çalıştılar. Yavrum ayağını basamıyordu. “Acıyor anne, çok acıyor…” diyordu durmadan.

 

“En yakın hastaneye götürelim hemen…” dedi kadınlardan biri. Bir başkası “Ambulans çağıralım…” diye ısrar ediyordu. Her konuşandan bir medet umuyordum doğrusu. Yalvarırcasına akıl verenlerin yüzlerine bakıyordum. Çaresizliğimi hissettim iliklerime kadar. Dilim damağım birbirine yapışmıştı. Gelenlerin yardımıyla Tanju, Mustafa Enes’imizi itinayla kucağına aldı, caddeye çıkardık.

 

Herkes elindeki telefonla 112’yi arıyor, bazı kadınların zayıf hissiyatlarından dolayı mı ne bizleri teselli edecek yerde onlar da perişanlığımıza ve çaresizliğimize ağlıyordu.

 

“Bir arabamız olsaydı beklemeden hastaneye götürürdük…”

 

“Ters vakitte ters yerdeyiz! Hele şansa bak!”

 

“Semtin dolmuşları da geçmiyor ki…”

 

“Bütün terslikler bir arada!”

 

“Vah vah!”

 

Anlayacağınız her kafadan bir ses çıkıyordu.

 

Elimiz mahkûmdu ambulansın gelmesini bekleyecektik. Bu arada evladımın dizindeki kan lekelerini, elbiselerindeki tozu toprağı sildim. Gözle görülecek kadar şişlik vardı dizinin etrafında. Kadınların biri nereden bulduysa bir poşetle buz getirdi. “Bu şişini alır, iyi gelir, rahatlatır çocuğu kızım…” dedi, üzerine koydu. Ağlaması dinmişti ama bizim beceriksizliğimiz bitmiyordu. Bu hususta hep kendimi suçluyor, suratıma bir paçavra gibi savrulan evladımın “ah”ları giderek azalıyordu.

 

Yan gözle Tanju’yu kontrol ediyordum, baktım o da ferahlamıştı. O karmaşada Nefise Doktorum aklıma geldi. Ne hikmetse bu ve benzeri hususlarda çok rahat oluyordu. Hastalıkla sağlığın, kazanmakla kaybetmenin onun için bir farkı yoktu. Biz kaybedince deli olacakmışız gibi çıldırıyorduk, kazandığımızda sevincimizden dolayı attığımız çığlıkları neredeyse bütün mahalle duyuyordu.

 

Bir gün Nefise Doktoruma demiştim aynen bu hissettiklerimi. Ne cevap verdi biliyor musunuz? “Bunların hepsi de îmânla alakalı. İyi bir Müslüman her gelene razı olur, sabreder… Başka izahı yok..."

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.