"Çaresizlerin sığındığı sakin limandı Ali’min engin gönlü!"

A -
A +
"Gözlerimi kapıyorum görür gibi oluyorum sizin sonsuz huzurunuzu, ebedî mutluluğunuzu..."
 
Hasan dedenin, Ali'ye hitaben yazdığı mektup şöyle devam ediyordu:
            ***
Sargılarla dolu aciz bedenimi, karmakarışık hissiyatla bocalayan zihnimi toparlayıp şöyle bir derin soluklanıp bakıyorum da hastane penceresinden koskocaman bahçeye, insan denizinin dalgaları değil gördüklerim, durmadan akan insanlığın şerefiydi ırmak gibi.
Barındığınız yerlerin görünüşüne bakma sen, şu veya bu şekilde ev değil Cennet misali mekânlardır mutlaka.
Öyle bir sıcak yuvadan çıkıp karda, yağmurda iyiliğe, güzelliğe koştukça hızlandı kalp atışlarım. İhtiyar hâlimle pek heyecanlandım da... “Tesadüf diye bir şey yok” derlerdi dedelerimiz, biz de o duyguyla diyoruz ki; yaşamaya, yaşatmaya geldin yanımıza.
Gözlerimi kapıyorum görür gibi oluyorum sizin sonsuz huzurunuzu, ebedî mutluluğunuzu.
Kahramanlık bu değil mi zaten? “Yapamazsınız!” diye alay edenler ordusuna karşı çıkmak, “bir parça baldırı çıplak uşak” dediklerine bin pişman ettirmek değil miydi?!.
İnsanlığın meçhul, karanlık, ağlayan yüzünü aydınlatmak, güldürmek için gelmiştin sanki! Geride kalan çaresizlerin, yetimlerin sığındığı sakin limandı, huzurlu yerdi Ali’min engin gönlü!
Anadolu’nun nadide çiçeklerinden bir yaprak, zümrüt ormanlarından bir dal, güvercin göğsü çayırlardan bir tutam ot, öbek öbek uzayıp giden bağlarından bir salkım üzüm, bahçelerinden nar, elma, erik, bostanlarından kavun, karpuz, altın sarısı tarlalarından bir başaktın mutlaka.
Tecrübemle gördüm ve anladım ki mertlikler; temsilî ve gerçek diye ikiye ayrılıyormuş. Hakikat olanların sayısı binse temsilî olanlar da kaç bin kişiydi acaba?
Yazacak çok şeylerim var da… alan dar, vakit yok, yüreği büyük Ali’m, sen ne arşa sığdın ne de tevazu misali toprağa. Kalbimizin en müstesna yerine taht kurdun bütün büyüklüğünle… Yerle gök arasında hizalanmış nice güzel insanlar, gözleri ufuklarda, sizin gibi gençleri bekliyor hasretle.
Bu satırları okurken bile duyar gibiyim o güzel sesini: “Gelin size sevgiyi, merhameti, azmi, gayreti ve insanlığı anlatayım! Gelin safları sık tutalım, beraber dostça yaşayalım ebediyen...”
Geçmişten geleceğe haykırıyordun saf ve temiz bir lisanla…
Güzelim yerler, müthiş manzara; akla şayan ihtiyar bir çınarla taze, tomurcuk bir fidanın tevazu sembolü kara toprakta muhteşem buluşması…
Ayağınızdaki yırtık çorap, delik ayakkabılarla çaldınız değil mi kalbimizi? Biz olanları beğenmiyorsak da, bastığımız her noktanın altında ayak izleri var, güzel insanların.
Bugün için serenin zirvesinde siz varsınız bayraklaşan. Kötü gidişat unuttursa da insan olduğumuzu, bir küçük yürek hatırlattı küllenen insanlığımızı.
Ayağınıza batan bir basit diken, sanki canevimize saplandı, yüreğimizi derinden kanattı. Izdıraba huzur ve inanç eklenince hakikate îmân oluyormuş. Rahata sebep olanlar huzur bulduğundan beri.
İnanca inanç eklemeyi gösterdiniz bize, şefkate şefkat… Devamını getirmek boynumuzun borcu oldu. Bayrak koşusunun şanlı sancağını ihtişamlı bir merasimle teslim aldık. Şimdi sıra bizde…
Bakmayın yaşıma, başıma, içimde patlamaya hazır volkanlara nazar et. Çiçeği burnunda o asil gençlerimizi, atalarımızın, dedelerimizin emanetine yakışır şekilde koruyup kollayacağız bütün vicdanımızla artık.
         DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.