Çocuk çobandan hayatının dersini almıştı!..

A -
A +

"Efendim! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızası için öğrendiysen insanlardan istemeyi kes!.."

 

 

 

Çoban çocuk şöyle devam etmiş:

 

-Efendim, dil ilmi şudur ki; bana dil verdi. Dili zikir etmek, Onun adını söylemek yeri yaptı. Bununla hatırlayıp adını söylemeyi, Ondan bahsedilmeyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı istedi.

 

Beden ilmi şudur ki; bana beden vermiş. Onun ile kendine hizmet olan her şeyi yapayım. Hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırayım.

 

- Maşallah evladım! Yolun da bahtın da açık olsun. Bana diyeceğin bir şey var mı?

 

- Efendim! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızası için öğrendiysen insanlardan istemeyi kes! Yok, dünya için öğrenmişsen, Cennet arzu ve isteğini kalbinden çıkar derim!

 

- !!!

 

Abdullah bin Mübarek, ders vereyim diye gittiği çobandan hayatının derslerinden birini almış ve geri dönmüştü…

 

Her insanın her zaman, her yerde ve herkesten öğrenebileceği şeylerin olabileceğini çok iyi izah edip anlattı bizlere. Bütün mahlukata, olup bitenlere ibretle bakmayı öğrenmiş, herkese de öğretmeye çalıştığı gibi bana da çok yardımcı oldu bu hususta.

 

Farkında olsam da olmasam da, beğensem de beğenmesem de her işte hikmet aramak ve ahir ve akıbetimi düşünmem lazım geldiğini çok iyi anlamıştım. Belki de meczup gibi görünmemde bunların da tesiri vardı. O kadar derine inemesem de ahiret derdi, son nefes korkusu beni benden alıp ötelere götürüyordu.

 

Bugün yine dolup taşmıştım. Dicle kıyısında mavi sulara yerden aldığım taşları fırlatırken neler düşünmüyordum ki?

 

Feleğin sillesini yemeyen bir baş,

 

Elini demir sanır, yumruğunu taş.

 

Malumunuz, İslâm memleketlerinde halife ve onların vekilleri cuma namazlarını kıldırır. Benim zamanımda Bağdat'ta da gayet tabii olarak Sultan’ımız Halife Harun Reşid, şehrin en büyük selâtin cami-i şerifine teşrif eder, namazı kıldırırdı. Ben ise aksine kenar mahallelerdeki mütevâzı camileri tercih ediyor, masum, tertemiz müminler arasında olmaktan büyük bir haz alıyordum. Aralarında beni görenler, takılıp laf atıyor, ben de onlara suçlarını, kabahatlerini sakınmadan yüzlerine söylüyor, emr-i bil maruf nehy-i anil münker yapıyordum aklımca.

 

Harun Reşid Sultan'ım bu durumu fark etmiş olmalı ki zabıtalarını yanına çağırmış;

 

"Şu Behlül Dânâ denilen meczubu çabuk bulun, yanıma getirin!” diye ferman buyurmuş, zabıta reisine emir vermiş. Bulmaları hiç zor olmadı ama yine de çok aramışlarmış gibi bir hava estiriyorlardı.

 

“Ya Behlül nerelerdesin, ne zamandan beri seni arıyoruz? Sultan’ımız saraya bekliyor! Hadi çabuk ol!” deyip apar topar huzura çıkardılar. İçeri girer girmez hâl hâtır sormadan hemen mevzuya girdi Sultan'ımız:

 

"Bu mübarek günde gözlerim seni arıyor. Sense sırra kadem basmışsın maşallah! Cuma namazlarına niçin gelmiyorsun Behlül?” diye biraz kırgın, biraz da kızgın vaziyette suâl sormaya başladı.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.