Çocuklar, nefes nefese, oldukça telâşlıydılar!..

A -
A +

Tek şey düşünüyordum; evlatlarımı sağ selim bir daha görebilmek... Oysa birazdan kalkıp evimize dönecektik. Mutfağa geçip çocukların pek sevdiği patates kızartacak, bir de salata yapacaktım. Önceden hazırladığım buz gibi ayran ve ikişer de köfte servis yapılmayı bekliyordu zaten. Hepsini süsleyip püsleyip masamıza koydum muydu, çocukların keyiflerine diyecek olmuyordu. Şimdiye kadar kendim için yaşamıştım, bundan sonra ise evlatlarım için... Onlarsız dünyanın ne mânâsı vardı? Çocukları şekerli, gazlı içeceklere alıştırmıyordum. “Ayrandan daha besleyicisi mi var?” diye düşünüyordum. Güzel evlatlarımın öyle bir yiyişleri vardı ki, iştahım da kabarırdı onları seyrederken. Babası, “Ye oğlum ye, insanın yaptığı iş, yemek yiyişinden belli olur…” der, Enes'imizi teşvik ederdi. Ben de Nefise Naz’ım için “Ye kızım ye ki boyun uzasın…” der, yemek yarışına sokardık çocukları.

 

     ***

 

Tanımadığım iki çocukla Nefise Naz’ımın bize doğru koştuğunu görünce telâşım daha da arttı.

 

- Anne! Anne!

 

- Ne var kızım? Ne oldu? Korkutma beni! Söylesene kızım!

 

- Anne! Enes Enes!

 

- Ne oldu oğluma? Çatlatma, çabuk söyle kız!

 

- Şey!

 

- Ney! Allah Allah! Hadi konuşsana kızım!

 

- !!!

 

Çocuklar, nefes nefese, oldukça telâşlıydılar. Esen serin rüzgârın ağaç dallarında çıkardığı gıcırtılı ses, çoğalırken başımdan kaynar sular dökülmüş gibi yandığımı hissediyordum. “Bu çocuklar açıkça anlatamadıklarına göre evladımın başında bir hâl var!” diyor, hepten kavruluyordum. Betim benzim atmış olmalı ki Tanju durmadan bana sükûnet telkin ediyordu. Biraz ileride gördüğüm çocuk grubuna doğru koşmaya başladım yeniden. Daha fazla vakit kaybetmek istemiyordum. Uzun eteklerim ayağıma dolaşıyordu. Düşmemek için toparladım, önden tuttum. Bazen düşecek gibi oluyorsam da mühimsemiyordum. Çocukların bulunduğu düzlüğe kendimi zor attım.

 

Dudaklarım titriyordu. Gözlerim derin bir endişenin ateşiyle âdeta yanıyordu. Göğüs kafesim zorluyordu kaburgalarımı. Ellerim titriyor, nefesim daralıyordu. İlk karşılaştığım çocuklara “Ne oldu söyleyin, Mustafa Enes’ime ne oldu?” diye bağırıyordum. Bütün korku ve endişelerimi bir iki kelimeye yükleyerek tabii. Binbir çeşitten kötü düşünce zıpkın gibi saplanıyordu kalbime. Bu kısa vakit bana seneler kadar uzun gelmişti. Sanki zaman, bilinmez bir acıyı taşıyordu kollarında. Çocuklar da nefes nefeseydi. Soluk alışverişlerinin düzensizliğinden, yarım yamalak cümlesini bile tamamlayamamıştı Nefise Naz'ım. Neden sonra birinin dili çözüldü.

 

- Duvardan düştü oğlunuz! Yüzü çizildi!

 

- Hani nerede?

 

- İşte orada! Bak yerden kalkamıyor! Kıvranıyor, ağlıyor!

 

- Vah oğlum vah! Dedim, gösterdikleri tarafa koştum.

 

Kan beynime sıçramış, nutkum tutulmuş, aklım, muhakeme kabiliyetim hepten durmuştu. Çiçeklere çok dikkat ettiğim hâlde ilk defa bugün çiğneyerek üzerlerinden geçtim. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.