ŞAMPİYON VE EN BÜYÜK KORKU
Kendine has hususiyetleriyle bahar; her tarafı zümrütten yeşile boyamış, rengârenk çiçeklerle bezemişti. Tarlaya, çayıra gidip gelenlerle dolup taşan sokaklar, yollar, çeşme başları, bahçeler, harman yerleri hummalı bir şekilde çalışanlarla doluydu. İnsanlar, hayvanat, akla gelebilecek börtü-böcek, bütün yaratıklar; yerden fışkırmış, âdeta dışarı taşmış fokur fokur kaynıyordu.
Baharla birlikte uyanan tabiat neşe saçıyordu. Gümbür gümbür gürültülü Verintap köyü bal toplayan arı kovanı gibiydi. Rahmet bulutları arasından sızan sımsıcak güneşin altın huzmeleriyle ışıl ışıldı dört bir yan. Dünün iskelet görünümlü ağaçları, önce tomurcuğa, sonra çiçek buketine dönüşmüş beyaz, pembe çiçekleri çevreleyen koyu yeşil yapraklar; rüzgârla birlikte etrafa güzel, hoş kokular saçıyor, serçeler üzerinden uçuşuyor, arılar vızıldayarak konup konup kalkıyordu. Dur durak bilmeyen çocuklar; yollarda, sokaklarda, duvar diplerinde kendi âlemlerinde çeşitli oyunlar oynuyor, hayata yeniden merhaba diyorlardı. Ilık meltemler, hafiften çiseleyen yağmurlar ile yeşilliklere bürünen çayırlar, tarlalar kuzu melemeleriyle çınlıyordu…
Bütün yaz boyunca tarlasından, bağından, bostanından ayrılmayacak ve ona evladı gibi bakacak olan köylüler; kaldıkları yerden işe soyunmuşlar, canhıraş çalışıyorlardı. Koyun-kuzu meleşmeleri, at kişnemeleri, horoz ötüşleri, hele hele peşlerine köpekleri takarak mahalleleri bir baştan bir başa toza dumana boğan çocukların şamatası ortalığı çınlatıyordu…
Güneş batmaya yakın; Taşınbaşı’ndan gelen koyu kurşuni bulutlar, rahmet olup önce çiselemeye sonra sicim gibi yağmaya başlamıştı. İnsan ruhunu okşayarak yağan yağmur dinmek nedir bilmiyordu. Köylüler için çok kıymetliydi. O olmazsa hayat neye yarardı? Rahmet olup kara toprağa can veriyor, ekinler coştukça coşuyordu…
Akşam ezanını okudu. “Biraz da ıslandım!” deyip caminin damından ağır adımlarla aşağı inerken, yaşadıklarını aklından geçiriyordu elinde olmadan. Kocaman tahta kapıyı açıp loş aydınlıkta içeriye baktı. Caminin pencerelerinden sızan cılız ışıklarından maada bir şey göremedi. Yoksa kimse gelmemiş miydi?..
Lütfü Hoca, hiç boş durmazdı. Kur’ân-ı kerîm okur, hafızlarına talim terbiye eder, bütün köyün çocuklarına namaz surelerini ve temel dinî malumatları öğretir, artan vakitlerinde de hasta ziyaretlerine, müşkülü olanların sıkıntılarını gidermek için hanımını da yanına alarak ev ziyaretlerine giderdi. Kısacası, akla gelebilecek her şeyin onda bir çözümü vardı... DEVAMI YARIN