"Seni bilmeyen mi var? Her gün kabristana gidip dönüyorsun! 'Bu giden var ya! Aklını oynatmış Behlûl Divane' diyorlar."
Çocuk bana ismimle hitap etti:
- Ey Behlül Dânâ Efendim!
- Buyur evlat! İsmimi nereden öğrendin?
- Bilmeyen mi var? Her gün kabristana gidip dönüyorsun! “Bu giden var ya! Aklını oynatmış Behlûl Divane” diyorlar. Ha bu oyun oynayan çocuklar da bilir! Bu kavuştuklarıma gelince efendim! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çıralarla tutuşturuyordu. Kendimi çıra yerinde düşünmeye başladım. "Ya ben de Cehennemin küçük odunlarından olursam hâlim nice olur?" dedim, korkmaya başladım. İşte o gün bu gündür ağlıyorum!
- !!!
Bu doğru ifadeleri üzerine zaten dolmuş gözlerim sel oldu aktı. Kendimden geçmişim orada. Aklım başıma gelip uyandığımda; biraz önce beni derinden sarsan aklı büyük, yaşı küçük çocuğu göremedim, merak edip sordum etrafımı saranlara. Onlar benimle dalga geçercesine;
- Tanımadın mı? Dediler, ben de;
- Hayır!
Deyince, onlar;
- Bu, hazret-i Hüseyin evlâdından SEYYİD bir çocuktur… dediler. Ben de;
- Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar güzel olabilirdi.
Çocukların yanlarından ayrılırken hayatımın en büyük dersini almıştım bir çocuktan.
Şimdi size soruyorum: “Ben meczup olmayayım da ya ne olaydım?”
***
Bağdat'ın, ilim hazinesi nihayetsiz sisli ufuklarına bakan küçük kulübem, zümrüt yeşili envâ-i çeşit meyve ağaçları içinde kayboluyordu. İnce uzun kavakların tozpembe gölgeleri ırmağa inen keçi yoluna düşüyor, akşamın ılık rüzgârıyla coşan serçelerin fasılasız ötüşleri ortalığı çın çın çınlatıyordu. Kuş cıvıltıları, kesintisiz çekirge ıslıkları eşliğinde patika yolda yürümek ne kadar da hoşuma giderdi. Alır alır beni ötelere götürürdü. Oldum olası her canlı ve cansız varlıktan ibret alıp ders çıkarmayı pek severdim.
İstirahat edip dinlendiğim derme çatma kulübemin yerine Harun Reşid Sultan’ım, kaç defa mimarlarını gönderip münasip bir ev yaptırmak istediyse de her defasında “Beni bu memleketten kovmak mı istiyorsun Sultan’ım? Öyle bir şey yaptıracak olursanız çekip giderim buralardan!” demem üzerine vazgeçti ama beni de yalnız bırakmadı, müşfik eli daima üzerimizdeydi. İyiliklerini asla unutamazdım, bu vefaya yakışmazdı.
***
İlim tahsili için hocamın yanına gitmiştim. Dönüş yoluma girdiğimden beri öğrendiklerimi ve yarınki dersimi düşünüyordum. Bir at arabasının rahat geçebileceği yolun iki tarafı taş duvardı. Yetişkin bir insanın beli yüksekliğinde kaba taşlarla yapılmıştı. Sur misali benim kulübeye kadar uzuyordu. Buraya girince “Dönüşü olmayan bir yola girdim! Yol da tercihim de benim elimde…” deyip nefsimle amansız bir mücadele başlatıyordum.
İşte böyle zihnî muharebelerle cebelleşirken uzaktan kulübemi gördüm. DEVAMI YARIN