Afetlerin hepsi de sendendir, bendendir yani sebebi sensin veya benim, bizleriz!
Behlül:
- Dünyadan bir gölge aya düşerse, dünya onu karartır. Ay adamakıllı nurludur ama önünde dünyanın karası var, ne yapsın?! Dünya, aya bile bunu yaparsa artık yerlere batmış adama neler yapmaz ki?
- Çok esrarlı konuşuyorsun Behlül! Hakikaten anlamakta zorlanıyorum!
- Yani diyorum ki Sultan’ım! Bir anda dünya öyle bir nuru kararttıktan sonra, ömür içinde seni de mahvetmeyi bilir, beni de... Hepten mahvolursak Allah muhafaza, tekrar iyileşme ümidi de kalmaz, imkânı da... O imkânı kaçırdın mı ne yapabilirsin? Geçmişe nispetle tepetakla dönmen, baş aşağı gelme ihtimalin daha artar. Çünkü sana bana gelen âfetlerin hepsi de sendendir, bendendir yani sebebi sensin veya benim, bizleriz! O yüzden uğradığın bu çeşit şeyleri, kendi elinle kendin hazırladın. Bu hakikat saklı değil, açık olan, meydanda ki bir şey.
- İyi de ben ne niyetle geldim siz nelerden bahsediyorsunuz Behlül!..
- Hakikatten bahsediyorum Sultan’ım.
- Bugün divane öldürmeye niyetliyim! Çabuk, cellâdı çağırın!
- !!!
- Önce bu susan meczubun boynunu uçurun!
Cellat, hemen hazırlanmaya başladı. Kılıç çekilip boynunun vurulması için Uleyyân’ın gösterilmesi; sabahki korkularımın, kara bulutların neticesi miydi? Daha fazla beklemeden ileri atıldım. Eli kolu bağlı durur muyum?
- Kelle lazımsa önce benimkini alın!
- Çekil önümden behey meczup!
- Ey Harun! Ne yapıyorsun? Daha açık konuş!
- Bugün divane öldürme günüm dedim ya!
- Sübhanallah! Biz bu şehirde iki divane idik, sen üçüncümüz oldun! Bu zavallı Bağdat’a üç divane pek fazla değil mi?
- !!!
- Bizi cellat değil siz öldürün Sultan'ım! Sizi de öldürecek çıkar elbet!
- !!!
Bu pervasız çıkışım fevkalâde tesir etmiş olacak ki iki eli iki yanına düştü. Cellat da kılıç elinde öyle kalakaldı. “Sadaka dağıtın fakir fukaraya…” deyip fakir kalplerin nasıl tamir edilmesi gerektiğini öğretiyordu yakındakilere; ancak her şey istediği gibi hazır olmadığından mı ne, yan cebinden bir şeyler çıkardı, uzattı vazifeli adamlarına. Sonra da "Doğru saraya!" emrini verdi.
Yola koyulur koyulmaz şiddetli bir şimşek, bir anda bütün Dicle vadisini parlak bir ışıkla aydınlatarak yürüyen her şeyi durmak mecburiyetinde bıraktı, arkasından öyle korkunç bir gök gürültüsü duyuldu ki, bütün gök kubbenin üzerimize yıkıldığını sandık. Rüzgâr gittikçe artıyor, atların yeleleri, kuyrukları, Sultan’ın cübbesi, kuvvetli rüzgârın şiddetli vuruşlarıyla hep aynı yana doğru savrularak dalgalanıyordu. DEVAMI YARIN
Hayır da şer de Allah’tan ama bilhassa kötülüklerde kendi dahlimiz var. Nitekim Sübhânallah, kendi yanlışlarımızı takdir-i ilahi vb. adlarla Allah’a yüklememek anlamında…