Çok uğraştım iç âlemimle! Zaman hayli ilerlemişti...

A -
A +

Şunu mutlaka kendi kendine tekrarla: “Şikâyet ettiğim hayatım, belki de başkasının peşinde koştuğu, bir türlü ulaşamadığı hayalidir…"

 

 

 

 

 

Mevsimleri, günün saatlerini zamanında, şartlarına münasip, hakkıyla yaşa, hep zulmette, hep karda kışta, zemheride kalma! Kapıları kapatan, eğer istikbâlini düşünmeyip ışık götürmemişse zifiri karanlıkta kalır. Başka şansı da yoktur.

 

Ve şunu da mutlaka kendi kendine tekrarla: “Şikâyet ettiğim hayatım, belki de başkasının peşinde koştuğu, bir türlü ulaşamadığı hayali… Verdiğin nimetlere hamd ve şükredemediğim için affet beni Allah’ım…”

 

Şu uçuşan kuşlara, bahçedeki tavuklara bak; acaba ne yapıyorlar dersin? Su içerken, her yudumda gagalarını semaya kaldırıp verdiği nimetler için Allahü teâlâya şükrediyorlar da sen niçin gerilerdesin? Bunları da mı görmüyorsun?

 

Çok uğraştım nefsimle, iç âlemimle... zaman hayli ilerlemişti. Saraya vardığımda kurşuni bulutlar, katbekat kalınlaşmış, hava iyice kararmış, kalın ve aşılması imkânsız bir duvara dönüşmüştü sanki. Dışarıda birazdan fırtınaya çevirecek sicim gibi bir yağmur, Sultan’ımın odasınaysa salkım saçak bir sessizlik yağıyordu. Zaman zaman yüksek pencerelerden atlas perdelerin üzerine ışık zerrecikleri serpiliyor, sonra da uzaklaşıyordu. Bir süre, bu inci mercan timsali ışık oyunlarını seyrettim, hareketsiz bekledim. Bahçe, hâlâ gümüş bir şelâleyle fasılasız yıkanıyordu.

 

-  Behlül pek düşüncelisin!

 

- Ben mi?

 

- Yok ben!

 

- Dalmışım! Kusuruma bakma Sultan’ım! Kurtaramıyorum kendimi, her şeye ibretle bakıyorum. O da beni yoruyor. Dağlardan, taşlardan tut, minnacık bir karıncanın peş peşe kervan oluşturmasındaki hikmetleri düşünüyor, düşündükçe de olmayan aklım hepten gidiyor.

 

-  Behlül, bir âlemsin! İlla bana ders vereceksin ya kendini yerden yere vurmaktan da bıkmıyorsun! Sende nefis diye bir şey mi var ki hâlâ dizginlerini sıkı tutuyorsun?

 

- Ah Sultan’ım! Yarama bastınız yine. Bendeki nefis yedi başlı canavar. Birini öldürsem, öbürü feryat ediyor! Bana ne pöstekiler saydırıyor bir bilsen! Şu sarayın kapısından içeri girerken bile; “Bak kaç kişi elini kolunu sallayarak koca İslâm Halifesinin yanına girip çıkabiliyor? Kaç kişi ona, aklına gelen her şeyi söyleyebiliyor?” deyip kendine pay çıkarıyor. O ne zalim, ne hain, ne fırsat düşkünü! Bir ben bilirim!

 

- Ya ben?

 

- Siz de yolu yordamı biliyorsunuz. Adâletle hükmettiğiniz müddetçe mesele yok! Bu dünya bir gün soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir zerre, yani bu koskocaman sandığımız dünyamız, kâinatın içinde bir hiç mesabesinde. Onun içindeki bizler ise bir toz hükmünde bile değiliz. Bu dünyada kıyamet kopacak, nihayete erecek, günün birinde! Biz bu hakikati bile bile ne yapıyoruz? Şimdiden çekilmesi lazım bunun acısı. Hatta ciğerlerimizde, kalbimizde ve bütün bedenimizde hissetmeliyiz bunu şimdiden.

 

- Çok doğru söylersin de yine de pek seviliyor bu dünya! Hem de deli olurcasına!

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.