"Daha nice isimsiz zavallılar var..."

A -
A +

Tanju:

 

- Önce hayran ettiriyorlar, sonra kendinden ve değerlerinden nefret... daha sonra da karşı tarafa, yani arzu ettikleri yere transfer... Beyin göçü ve ölümü gerçekleşti mi? O millet bir daha iflah olmuyor Jale. Farkında olana kadar da tarihin uçurumlarına yuvarlanır, hepten yok olur giderler. Kendimizi kaybetmeden terakki edebilseydik sırtımız yere gelmezdi. Duydum ki Avrupa’ya, Amerika’ya gidenlerden isim değiştirip Türk ve Müslüman görünmek istemeyen birçok insanımız olmuş!

 

- Meselâ?

 

- Sen de biliyorsun! Meselâ, Tevfik Fikret’in oğlu Haluk! Türk ve Müslüman görünmekten nefret ediyormuş. Hem ismini hem de dinini değiştirmiş.

 

- !!!

 

- O meşhurlardan olduğu için biliniyor, kim bilir daha nice isimsiz zavallılar var. Hem dine hem dindarlara düşman, pozitivist biri olarak görünür Tevfik Fikret. Oğlunu da öyle yetiştirmiş. O da Amerika'ya gidiyor dinsiz olmayı beceremiyor, papaz oluyor. Yani ibretlik bir durum anlayana! “Bu ne tezat, ne çelişki?” demeden edemiyor insan.

 

- Güya o devirdeki en münevverlerimiz!

 

- Sen daha iyi bilirsin Jale. Tevfik Fikret'in Avrupa'ya gidip orada Protestan papazı olan oğlu Haluk için çok şiirler yazmış. Haluk'un Defteri ve Haluk'un Vedaı gibi eserleri var şairin. Cemil Meriç “Haluk” için “O bir özel isim değil cins ismidir” diyor; küçük harflerle yazılmalıdır bu yüzden. Yabancılaşmış Türk aydınını Haluk'un şahsında maddileştirir. Hakikaten de Türk düşünce dünyasında “züppe, entel, yabancı” tiplemeyi Haluk temsil eder. Karşısında ise Mehmet Akif Ersoy'un damadı “Asım” vardır çoklarına göre. O da maalesef İslâmiyet'i, hâşâ noksanı varmış da reforma tâbi tutma telâşındadır. Bu nesiller hepten arızalı, diğer bir ifadeyle kayıp kuşaklar sayılıyor. Güzel memleketimiz Türkiye'mizde böyle kronik hastalığa sahip çokları var maalesef.

 

- Bizim onlardan farkımız ne Tanju? Baksana dilimiz, giyim kuşamımız, yeme içme ve adab-ı muaşeretlerimiz hepten yabancı. Her şeyimizle onlara benziyoruz, hatta bazı sahalarda solladık bile. Bize ait neyimiz kaldı ki?

 

- Neyiz ve neyimiz var?

 

- Senin adab-ı muaşeret dediğin eskidenmiş. Şimdi görgü kuralları deniyor. O da varsa... Annem anlatırdı ince detaylarına kadar, her biri ayrı mânâya gelen hikmet dolu sözlerle iltifat edermiş insanlar birbirlerine.

 

- Kendi medeniyetimize dair güzel hasletlerimizi masal gibi “mişli, muşlu” anlatıyoruz! Ne acı değil mi?

 

- Sorma! Anneciğim şöyle devam etmişti: Yemekte, misafirin ev sahibine söylediği “Ellerinize sağlık, Allahü teâlâ ziyade etsin” sözlerine ev sahibinin “Âmin. Şifa olsun inşaallah. Beğendiyseniz bir daha yapalım, beğenmediyseniz beğendirene kadar yapalım...” diye karşılık verirmiş. Bunlar, yüksek bir medeniyetin eşsiz güzelliğini, kibarlığını, samimiyetini yeteri kadar gösteriyor değil mi? DEVAMI YARIN

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.