Oyunlarını merak ettiğimi tahmin eden çocuklar, hemen işe koyuldu, yaptıklarını bana göstermeye çalıştılar.
Çocuk dedi ki:
- Hiç deli gibi konuşmuyorsun ama!
- Deliler nasıl konuşurlar ki? Farklı lisanları mı var?
- Yani beklediğimiz cevabı vermezler. Akıllarına ne gelirse, abuk sabuk şeyler söylerler!
- Ben de zaten öyleyim çocuklar! Her neyse! Peki, siz niçin buradasınız?
- Mahalleden arkadaşız. Tahterevalli oynuyoruz.
- Anlamadım! Nasıl?
- !!!
Oyunlarını merak ettiğimi tahmin eden çocuklar, hemen işe koyuldu, yaptıklarını bana göstermeye çalıştılar.
Kuru bir kavak ağacının dallarını budamışlar, gövdesini küp büyüklüğünde bir taşın üzerine yerleştirmişler. “Behlül! Bize dikkatli bak…” deyip iki çocuk öne çıktı. Biri ağacın bir ucuna, diğeri de öbür ucuna oturdu. Çocuklardan biri yerden kuvvet alarak kendini yukarı kaldırınca öbür uçtaki çocuk aşağı iniverdi. Aşağı inen ayağa kalkar gibi bir hareket yapınca da o yükseldi diğeri aşağı inmeye başladı. Böyle bir o bir diğeri defalarca inip kalktılar, gözümün önünde. Çocukların bu basit Tahterevalli oyunu, bana bir şeyler hatırlatmıştı ama dikkatimi toparlayamıyor, gözümü de onlardan alamıyordum. Benim meraklı bakışlarıma takılan çocuklardan biri acımış olmalı ki gelip elimden tuttu. “Hadi abi sen de bin. Ne olursun hadi…” âdetâ yalvarır gibi çekti, Tahterevalli düzeneğinin yanına götürdü. Sanki ben de onların böyle bir imkân vermelerini bekliyormuşum gibi gittim, gösterdikleri yere oturdum. Karşımdaki çocuk ayağa kalkınca ben yere indim. Kırk senelik oyuncu gibi ben de ayağa kalkınca ağacın öbür ucundaki çocuk alçalmaya başladı, o hızla da beni yukarı kaldırdı. Birkaç defa öyle bir o bir ben alçaldık, yükseldik. Bu oyun bana dünya ile ahireti tefekkür etmeme sebep oldu. İçimde fırtınalar kopmaya başlamıştı ki yine o, pek aşina olduğum sesi duydum.
- Behlül! Behlül!
- !!!
- Kala kala çocuklara mı kaldın!
- Efendim, birden kendimi yanlarında buldum.
- Bulmana bir şey demiyorum da oynaman abes değil mi?
- Efendim, ben mi onlarla oynuyorum yoksa onlar mı benle oynuyor, doğrusu pek de anlamış değilim, yalnız bir şey fark ettim içime oturdu.
- Hayırdır! Ne fark ettin, öyle seni sarsabilecek?
- Efendim, ağacın hangi ucu ağırsa o aşağı iniyor, hafif olan yukarıya kalkıyor.
- Zaten öyledir. Terazi de öyle tartmıyor mu?
- Beni şaşırtan asıl şey hangi tarafa meyil ettiysem o taraf ağırlık kazanıyor, diğer taraf kaybediliyor.
- Ben de bunda şaşılacak bir şey olmadığını söylüyorum.
- Şaşılacak olan; ahiretime ehemmiyet vermezsem dünyam ve dünyamdakiler kazanacak! Ahiretime ehemmiyet verir isem, bu sefer de dünyam kaybedecek de işte onu anladım.
- Behlül bir âlemsin! İşin gücün beni hırpalamak! Anlaşıldı, seninle baş edemeyeceğim, gel sarayıma gidelim. Hem...
- Buyurun Sultan'ım! Ne söyleyecekseniz çekinmeden deyin! Emrinizdeyim!
- Malumunuz sultanlar çekinmez Behlül!
- Öyledir Efendim. DEVAMI YARIN