"Dermanı olmayan derdin mi var, maksadın ne Behlül?.."

A -
A +

Çeşitli düşüncelerle dolu olarak kendimi sarayda buldum. Daha doğrusu geldim mi, getirildim mi tam ayırt edemiyordum.

 

 

 

Bu dünya, bu çocuklar, insanlar, Bağdat'takilerin kokusu bile yabancıydı bana. Alışmam hiç de kolay olmadı. Şimdiyse müptelası oldum hepsinin de... İnsan neye alışmıyor ki? Ah ah! Ne bileyim? Dedim ya; kendimi tanıyamadım ki başkalarını tam tanıyayım. Ah, hissettiklerimi açık ve net olarak birilerine anlatabilsem! Mesela; ben burada neyim ve ne yapıyorum? Şehirde, yolda, sarayda, yemede, içmede oturup kalkmamda, aklınıza gelebilecek her yerde bu suâli soruyorum kendime. “Hakikaten Behlül sen burada ne yapıyorsun? Dermanı olmayan derdin mi var? Maksadın ne?"

 

Çeşitli düşüncelerle dolu olarak kendimi sarayda buldum. Daha doğrusu geldim mi, getirildim mi tam ayırt edemiyordum. İlk girdiğim yer ise kocaman bir odaydı. Tantanalı değil, lakin pek temiz ve oldukça kaliteli döşenmişti oda.

 

Karşımdaki muhterem zatın simasında, ağır bir mesuliyetin bütün izleri okunuyor. Omuzları dik dursa da bütün dünyanın ağırlığı altında eziliyormuş gibi bir mesuliyet taşıdığı apaçık... Yaşı, olduğundan daha fazla görünüyor. “Dünyanın tek adamı olsan da mesuliyet hissi insanı yıpratıyor…” diye aklımdan geçiriyorum. Kaz tüyü kocaman bir minder üstünde oturmuş bir şey okuyor. Gözü, önündeki kitapta, iki eli dizlerinin üstünde, lâkin zihni başka yerde olup derin bir şeyler düşünüyor; düşündükçe de mahzun ve meyusmuş gibi görünüyor. Boğazımı temizledim, öksürür gibi yaptım nafile; baktım başını kaldırıp bana bakmayacak, muhabbetle selâm verdim.

 

- Esselâmü aleyküm Sultan’ım!

 

- Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berekâtüh. Gel  Behlül gel! Şöyle yanıma gel.

 

- Ama efendim…

 

- Fazla nazlanma  Behlül!

 

- Hakikaten öyle miyim? Çok dalgınsın ve de üzgünsün Sultan’ım!

 

- Sen daha iyi bilirsin. Medresede derlerdi ki “Bazı insanlar gözlerine at gözlüğü takılmış bir at gibidirler! Yalnızca önünü görür ve yol onlara; yokuş da olsa düz gibi gelir…” Benim için ise mesele daha zor, daha karmaşık  Behlül; sizlerin göremedikleri bir sürü başka şeyin vahametini görüyor, şiddetini işitiyorum. Nasıl rahat edebilirim ki? Herkesi, her şeyi de düşünmek mecburiyetindeyim.

 

- Yarın toprağın altı var Mahkeme-i Kübra var, hesap var! Ne desen de çok haklısın Sultan’ım.

 

- Bak, hesap gününü önüme koyuverdin! Haklı olmak da yetmiyor  Behlül. Benden önce bu sarayda halife olanların âkıbetlerini düşün. Kardeşim Hadi’yi hiç unutamıyorum! Halife Câfer Mensûr zamanında yaşananlar. Çok da uzak bir zaman değil. Kimi ona kâtil diyor, kimi hak veriyor… Gel de işin içinden çık çıkabilirsen!

 

- Rabbim bilir doğrusunu.

 

- Âmennâ ve saddaknâ.

 

- Ben halife olsaydım öyle mübarek bir âlimin vefatına sebep olmamak için elimden geleni yapar, bilhassa baş tacı ederdim.

 

- Bak siz de aynı şeyi düşünüyorsunuz. Perdenin arkasını bilmiyorsunuz  Behlül!

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.