Kurbanî Bey:
- Bu okuduğunuz beyit ne manaya geliyor? Sadece merak...
- Ha çok güzel sual. Sormasaydın da izah edecektim Kurbanî Bey kardeşim. Önce manasını bilemeyeceğinizi tahmin ettiğim kelimeleri öğrenelim. Sonrasını zaten siz de çözersiniz.
Miftah: Anahtar demektir. Kapalı kilitleri açar, kapıları da malumunuz...
Genc; “hazine” manasındadır.
Kadim: Sonsuz, nihayeti olmayan, bitmeyen, tükenmeyen demek. Bismillâhirrahmânirrahîm: Malum, her hayırlı işimize başlarken “Rahman ve Rahim olan Allah’ın mübarek ismiyle başlıyorum...” demek.
Böyle söylemekle; “İşte ebedî kurtuluşun anahtarı; Rabbimin ismiyle başlıyorum…” demiş oluyoruz. Büyüklerimiz; “İLM-İ SİYASETİ” pekâlâ bilirlerdi. Yasaklar devrinde; din düşmanlarının şerrinden muhafaza olmak, cahil cühelanın kulp takmalarından kurtulmak, kötü niyetlilere; malzeme vermemek için olsa gerek böyle beyitler yazıp kitaplarını süslemişler. Onları hatırlattığınız için minnettarım Kurbanî Bey. Hülasa olarak derim ki: “Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür…” O mübareklerin; mana içinde mana dolu temiz kalbinden gelen feyizli cümleleriyle bereketleniyoruz. Hata ve kusurlar benden, bütün güzellikler ise o büyüklerimizden.
- Âmennâ...
- Tamam mı Kurbanî Bey?
- Evet efendim. Şimdi daha iyi anladım.
- !!!
Anlatacağımı da böyle ağır bir kış günü yaşamıştım. Silah sesleriyle irkilince, bir anda o dehşet dolu güne gittim. Dışarı çıkınca hepten Hoşov’daki o acıyı yeniden yaşadım. Hava aynıydı. Mevsimin en soğuk günlerinden biri yaşanıyordu… Küçük şeylerde aranan sıcaklık hissinin donduğu günlerdeydik… Köyün sokaklarını; tıpkı burada olduğu gibi ölü bir beyazlık kaplamıştı, o sessiz kışın en soğuk gününde… İki çocuğunu, küçük yün yorganlara sarmış, aşağı mahalledeki evinden kalkıp taa caminin yanındaki imam evine gelmişti Anahanım Gelin.
O gün bütün teferruatıyla hafızamda... Bir sürü küçük küçük, üstelik hiçbir şeyle izah edilemeyen, açıklanamayan hadiseye hazırlık bile olamayacak yüzlerce detayıyla...
Karın hızlandırdığı rüzgârda dağılıp paralanan bağlantısız incelikler; yolların ıssızlığı, lastikler altında çatırdayan buz tutmuş sokak, insan soluklarıyla buğulanmış bir yüz… Ağlayan çocuklarını susturmak için evimizin kapısını tıklatırken, nereden bilebilirdi başına gelecek acayiplikleri. Kapıyı hızla yumruklayarak; “Açın açın…” diyenin bir hanım olduğunu anlamıştım. “Korkmasın” diye; “Geldim geldim!” diye seslenerek çıktım. Kapıdan dışarıdaki lacivert karanlığı anlamaya ve geleni tanımaya çalışırken anacığım, hanımım da geldi. İçerinin sakin havası, dışarının tipi boranı birbirine karışmıştı. Bu havada kapımızı çalanı karşılayan anacığım ve hanımım; hemen tanıdılar geleni…
Anacığım; “Hayırdır Anahanım Gelin! Neyin var? Aceleyle uşakları alıp gelmişsin? Üşütürsün, hadi içeri…” DEVAMI YARIN